Temele su sızıyor

A -
A +

Alaattin Çakıcı olayı da böyle gelişmişti. Bir sürü karmakarışık işler. Sonra mahkeme, salıverilme ve tekrar aranma, ama aranan adamın Ege adalarından gideceği yere gitmesi. İddia aynıydı "çıkar amaçlı çete oluşturmak". Çakıcı şimdi Avusturya'da. Türkiye de istiyor gelmesini, kendisi de. Peki Avusturya hükümeti istiyor mu? Orası belli değil. Bu hükümet, zamanında İtalyanların Cem Sultan'ı ellerinde siyasi bir koz olarak tutmaları gibi AB muhalifliği veya bir başka meseleden dolayı göndermeyebilir. Uzak ihtimal olsa da bir kenara yazmakta fayda var. O günleri hafızanızda şöyle bir tazeleyiniz, Çakıcı olayı henüz unutulmamıştı ki Yargıtay başkanı Eraslan Özkaya meselesi patlak verdi. Alaattin Çakıcı intikam mı alıyordu, gündem mi değiştiriyordu, bilinmez fakat adli sistemin başındaki adamın hikâyesi gazetelere üstelik de birinci sayfadan dizi yazı oldu. Adliyenin itibarı adına çok kimsenin içi sızladı. Aradan çok geçmemişti ki bu defa da Sedat Peker krizi çıktı. Yine aynı iddia, "çıkar amaçlı suç örgütü kurmak". Yine tutuklama yine salıverme yine arama. Bu defa gelişmeler Sedat Peker'in bile kafasını karıştırdı. O dahi serbest bırakıldığına inanamadı. Vatandaşın kafası ise karmakarışık oldu, vicdanı yaralandı. Yargıdaki büyük ayıbı iki açıdan ele almak mümkün... Birincisi mahkemeler yönünden: Sadece avukatlar değil, hakimler, savcılar da evlerine dosya taşımaktalar. Yükleri dünyada hiçbir memlekette olmadığı kadar ağır. En doğru, en isabetli kararı vermek için çırpınmaktalar. Karar verirken bazen servetleri ellerinin tersiyle itiyor, bazen akraba veya arkadaşlarıyla kötü oluyorlar. Peki öyleyse bu manzara ne? Hayatları mı tehlikede, baskı mı görüyorlar? Nihayet hakim de bir insan. Onun da çoluk-çocuğu var. Bu sorunun cevabı galiba ikinci ihtimalde. İkincisi... Bir dönem, birtakım insanlar, onların milliyetçilik, vatanseverlik hislerinden istifade edilerek devletin âli menfaatleri uğruna bir yerlerde bir yerlere karşı kullanılmakta. Sonra devirler değişmekte, kendi başlarına kalan o birileri, bildikleri gibi hareket etmekteler. O zaman ortaya böylesi manzaralar çıkmakta. Bunlar hassas sanıklar. Hem ellerinde dehşetli sırlar olmakta, hem de devletin onlara karşı vefa borcu. Emniyetten Ramazan Er'in Peker tutuklanınca kavuştukları delilleri kastederek habercilere "ne ben söyleyebilirim ne siz yazabilirsiniz" demesi manidar değil miydi? Bu şekilde tavsif edilen hadise tutuksuz yargılama süreciyle noktalanmıştır. Bu bilmeceden bir hafta kadar evvel de Sedat Bucak, Abdullah Çatlı'dan kendisine intikal eden, içi devlet sırları dolu bir çantayı mahkemeye vermişti. Abdullah Çatlı ziyan olmuş bir hayattır. Alaattin Çakıcı, Sedat Peker onlar da ziyan olmuş hayatlar. Hapiste çürüyen hayatın kahramanlığı mı olur? Televizyondaki halleri ortada. Kim yerlerinde olmak ister? Sistemin, nerede nasıl bir hata yaptığını düşünmeli. O hatalar sonucu bugün temele su sızıyor. Devletin üç ana sütunu var, yasama, yürüte ve yargı. Bazen yasama işlemedi, bazen yürütme. Şimdi onlar işliyor, fakat bu defa da yargıdan sesler gelmekte. Bu üç kuvvetin üçünü de saat gibi çalıştıran kuvvetin adına "devlet" denir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.