Delikanlı susmuştu. Acı dolu bakışlarını genç kızın yüzüne dikmiş, öylece bakıyordu. Dudaklarını kısarak kafasını iki yana salladı, usulca mırıldandı: - Anlatamadım, anlamıyorsun... - Yoo, çok iyi anladım, ne demek istediğini, neler hissettiğini çok iyi anladım. Anladığım için de bu kadar basitçe geçiştirip, duymamış olmayı tercih ettim. Yoksa doğduğuna pişman ederdim seni. Bu son sözleri hafifçe gülümseyerek söylemişti. Serdar da gülmeye başlamıştı. Esra öfkeli ama bir o kadar da sevgi dolu bakışlarını onun yüzüne dikmişti. Gülerek mırıldandı: - Deli şey! Hastalandı, iyice delirdi başıma... Bu sırada Meral girmişti içeriye. Oldukça yorgun görünüyordu. Serdar'ın uyanık olduğunu görünce sevindi: - Nasılsın aslan? Biraz iyi misin? - Berbatım berbat... Midem allak bullak, halim gücüm dermanım kalmadı. Üzüntüyle onayladı Meral onun sözlerini: - Haklısın canım, kemoterapi ile vücuda zehir veriliyor, bir yeri iyi ederken öte tarafı berbat ediyor... Yani inanamıyorum, bu kadar ileri teknolojide, bu kadar ilerlemiş bir tıp biliminde bu korkunç derde çare yok hâlâ... Nasıl bir şey bu böyle? Üç genç bu konuda fikir yürütmeye başlamışlardı. Meral ağabeyinin yanında onun hastalığı hakkında bu kadar gerçekçi, bu kadar yalın ve rol yapmadan konuşmaktan son derece rahattı. Bunu sağlayan ise Serdar'ın yaklaşımı, onun tutumuydu. Genç adam gerçeklerin farkındaydı ve onu sorgusuzca kabullenmiş bir görüntü vermeyi başarmıştı. Fakat bu rahatlığı anne ve babasının yanında geçerli değildi. Onlarla birlikteyken hastalığının dışında her şeyi konuşuyor ama rahatsızlığı ile ilgili bir tek kelime dahi etmiyordu. Anne ve babasının hâlâ daha hiçbir şeyi kabullenmediğini ve asla da bunu kabullenemeyeceğini farkındaydı. Daha bir gün önce Nevin hanım gelecekle ilgili hayallerini anlatmıştı Serdar'a. Oğlunun yatağının başında sohbet ederlerken ileriye dönük planlar yapmıştı. Serdar sessizce ve gülümseyerek dinlemişti anneciğini. Hiç sesini çıkartmamış, hatta zaman zaman tasdiklemişti. Bir anneye evladının öleceğini kabul ettirmek sanıldığı kadar kolay değildi ve bütün gerçekler kadar da ayrı bir gerçekti. *** Doktor Ferit Yılmaz arabasını sahile doğru park etti. Vitesi boşa aldıktan sonra hafifçe arkasına yaslandı, parmaklarını ağarmış saçlarının arasına daldırarak geriye doğru itti. Yanında sessizce oturan karısına dönüp: - Biraz temiz hava, deniz havası iyi gelir Nevin. Bol bol içine çek iyotlu havayı... diye mırıldandı. Nevin hanım ise hastahaneden çıktıklarından beri hiç konuşmamıştı. Boş bakışlarını kocasına çevirdi: - Ben artık havayı ne yapacağım Ferit, Allah oğluma şifa versin başka bir şey istemem. Ferit bey içini çekti: - Ama sen böyle yaparsan olmaz Nevin, bizim ayakta durmamız, sağlam olmamız lazım karıcığım. Allah korusun, tam bize ihtiyacı olduğu anda Serdar'ımızın yanında olamazsak, sağlam olamazsak nasıl yardımcı oluruz ona?. İnşallah bunu atlatacak benim aslan oğlum. DEVAMI YARIN