İsrail, düzenlediği planlı eylemler ve saldırılarla İran’daki etkisini ve gücünü ortaya koymaktadır. Son yıllarda İran’da yaşanan gelişmelere baktığımızda; üst düzey askerî yetkililerin ve mühendislerin suikasta uğraması, Hamas liderine yönelik operasyon, helikopter kazası ve stratejik noktalara yönelik saldırılar gibi olaylar, İran’ın içinde bulunduğu buhranı gözler önüne sermektedir.
Peki bu hamleler kimin işine yarıyor ve neden yapılıyor?
Öncelikle, Trump’ın yeni bir savaş istemediğini defalarca dile getirdim. Ancak, sınırlı ve baskıcı adımlarla kendi istediği pazarlık zeminini oluşturmaya çalıştığı da ortadadır. Yani, İsrail’in bu saldırısından ABD’nin haberdar olduğu açıktır. Evet, Trump şu an bölgesel bir savaştan yana değil; fakat İsrail, onun adına bölgesel aparat olarak bu rolü üstlenerek sahada gerekli adımları atmaktadır.
İran, nükleer anlaşmalar konusunda ABD’nin belirlediği şartlara uymaya zorlanıyor. Bu baskının sahadaki askerî uygulayıcısı ise İsrail olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, yaşananlar aslında daha geniş çaplı küresel bir planın parçası. Peki, bu yeni denklemde İran’a nasıl bir rol biçilecek? Yapılan saldırılar ve ülkeyi içeriden istikrarsızlaştırma çabaları, belli bir amaca hizmet ediyor.
İsrail ve İran, uzun süredir birbirlerini karşılıklı olarak meşrulaştıran ve mobilize eden bir araç işlevi gördü. Netanyahu’nun “İran’ın karanlık tiranlıktan kurtuluşu yakındır” ifadesi, doğrudan Molla rejimine yönelik bir siyasi söylem olarak dikkat çekiyor.
Öte yandan ABD’de İsrail lobisine en yakın duran gruplardan biri, İran’ın devrik Şahı Pehlevi ailesidir. Son dönemde İran’da iktidar hedefiyle öne çıkan Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi’nin kızı İman Pehlevi’yi, Yahudi iş adamı Sherman ile evlendirmesi, bana göre tesadüf değil. Bu tür adımlar, uzun vadeli planlamaların parçası olarak değerlendirilmelidir.
İran rejiminin değişmesi, İsrail açısından son derece arzu edilen bir gelişme olurdu. Mevcut rejimi halk isyanlarıyla içeriden sarsmak, özellikle Mollalara muhalif kesimleri harekete geçirmek isteyen güçlerin başında da İsrail gelmektedir.
Peki ABD ve Trump işin neresinde?
Tabii ki merkezinde. ABD, doğrudan bir savaş istemiyor; bunun yerine, meseleyi düşük maliyetle çözebileceği araçları tercih ediyor. Molla rejimiyle kendi lehine bir anlaşmaya varmak için de İsrail’in saldırılarına kontrollü şekilde destek vermeye devam edecektir.
Eğer İran, Çin ekseninde kalmayı sürdürürse, ABD bu mücadeleyi kararlılıkla devam ettirecek gibi görünüyor. Karasal bir savaştan yana değil; zaten İsrail’in de böyle bir kapasitesi bulunmuyor. Böyle bir senaryoda asker göndermesi gereken kişi Trump olurdu, ancak onun da bu yönde bir iradesi yok.
Bu nedenle, İran’ı etkisizleştirmek, halkını kitlesel tepkilere yönlendirmek ve sonunda rejimi ABD’nin istediği şekle sokmak başarılı olursa, Washington hedeflerine düşük maliyetle ulaşmış olacak. Bu denklemde ikinci ihtimal ise Pehlevi cephesidir. Hazır bekliyorlar, üstelik açık şekilde “Her şeye hazırım” mesajı vererek. Nitekim son dönemde küresel medyada aniden daha görünür hâle gelmeleri de bu tabloyu doğruluyor.
Ayrılıkçı gruplar açısından ise dikkat çeken bir ilgi yok; gözler daha çok Pehlevi ekibine çevrilmiş durumda. Elbette bu, ABD’nin tüm seçenekleri elde tutma stratejisinin bir parçası. Hangi aktör işe yararsa -gerekirse Mollalarla bile- onunla yola devam edilecektir.
Netanyahu, İsrail kamuoyunda kendini ispatlamak için somut bir “kahramanlık” öyküsüne ihtiyaç duyuyor. Gazze’de gerçekleştirdiği ve insanlık suçu niteliği taşıyan eylemler, onu hesap vermekten uzaklaştırmıyor; aksine, o günleri daha da yaklaştırıyor.
Bu durumda Netanyahu’nun tek çıkış yolu, sonuç alması olabilir. ABD’nin ve Trump’ın bu süreçteki tavrı, gidişat üzerinde belirleyici olacaktır. Şu anda Trump, yeni cepheler açarak kendine düşman birikimi oluşturmak istemiyor; çünkü esas mücadelesi ülke içinde. Görünen o ki, Trump, ABD iç düzenini sağlamlaştırmadan küresel denkleme müdahale edemeyeceğinin farkında ve adımlarını da bu doğrultuda planlıyor.
İsrail ve Netanyahu, şu an için Trump açısından dış politikada geçici olarak ihtiyaç duyulan bir pozisyonda. Her ne kadar Trump, bazı eylemlerine mesafeli görünse de, şu an için onlara ihtiyaç duyuyor. Zira Trump bir iş adamı; süreci “karşılıklı çıkara dayalı anlaşmalar” temelinde değerlendiriyor. İsrail ve Netanyahu’yu da bu mantıkla ele alıyor: İşine yaradıkları sürece destekler, aksi durumda şartlara kolayca uyum sağlar.
İsrail giderek daha yalnız kalıyor ve Netanyahu, bu açığı kapatmak adına daha saldırgan bir tutum benimsiyor. Gazze’de karşılaştığı direnişi, İran’a yöneltilen saldırılarla perdelemeye çalışması da bu çabanın bir yansıması.
Bu nedenle, İran konusunda büyük bir dikkat gereklidir. Kısa vadede yaşanan gelişmeleri, uzun vadede olacakların gölgesi altında değerlendirmek zorundayız. Çünkü bu gelişmeler, bizi yakından ilgilendiren çok ciddi meselelerdir.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…