Yeni dünya düzenini her değerlendirdiğimizde, üzerinde durmamız gereken temel noktaları hatırlatmanın zorunlu hâle geldiğini görüyoruz.
Bu çerçevede, Türkiye’nin önem verdiği Türk dünyası hattına bakarken yeni doktrin geliştirme ihtiyacını özellikle vurgulamalıyım.
Türkistan coğrafyasına yönelik analizlerde, tüm ülkeleri aynı felsefe ile ele alma çabalarının yanlış olduğunu artık net biçimde biliyoruz.
Orta Asya’yı özel olarak incelediğimizde, açık ve belirgin ayrışmalar karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, tamamen ortak noktadan bakıldığında Çin, Rusya ve Batı arasındaki rekabeti göz ardı etmemek gerekiyor.
Çin’in Türkistan’daki ekonomik genişlemesi bugün için zararsız görünse de yarın ciddi sorunlara dönüşme ihtimali yüksek bir dinamik olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle, bölgedeki ilişkiler ağını doğru okumazsak değerlendirmelerimiz kolaylıkla hamasete kurban gidebilir.
Peki bu karmaşık rekabet ortamında Türkiye nasıl bir yol haritası kurgulamalıdır?
Evvela şunu unutmamalıyız:
Zamanında Türkistan’da ciddi biçimde kök salan FETÖ yapısı, bölgenin insan dokusunu önemli ölçüde etkiledi.
Eğitim alanında açtıkları boşluk tam anlamıyla temizlenmiş değil.
FETÖ’yü Batı ile ilişkilerde kullanılan bir enstrüman olarak gördüklerini hafife almamak gerekir.
Diğer yandan, Orta Asya’da Türk ekolüne uygun okulların kurulması hayati önemdedir.
FETÖ yıllarca bu alanı doldurmayı başardı. Ancak bugün Türkiye için esas ihtiyaç; Batı ve İsrail hattıyla beslenen FETÖ etkisi yerine, Türkiye’nin yerli ve millî eğitim felsefesini benimseyen bir hattın inşa edilmesidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hassas konuya ciddi şekilde eğildiğini görüyoruz. Bilal Erdoğan’ın Orta Asya gençliğine yönelik çalışmaları da aynı derecede hayatidir...
Bu adımların sonuçlarını orta vadede çok daha net hissedeceğiz. Geçerli realpolitik veriler ışığında, Orta Asya ülkelerinin ortak bir stratejik akla göre hareket etmelerini sağlamak artık zorunluluk hâlini aldı.
Türkistan’daki devletlerin kendi iç siyaset anlayışları kadar, iç güç dengelerinin de etkili olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye’ye bakış açılarını değerlendirirken bu çok katmanlı yapıyı doğru okumalıyız.
Rusya etkisiyle şekillenmiş insan profili, Çin’le kurulan ekonomik çıkar ağları ve Batı ile denge arayışı; hepsi birlikte karmaşık bir denklem oluşturmaktadır.
Bu çerçevede Türk Devletleri Teşkilatı’nın nasıl somut sonuçlar üreteceği, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir sorudur.
Orta Asya’daki dengeleri yalnızca milliyetçi söylemlerle açıklamaya çalışmak bize doğru kapıyı açmaz; fakat millî ruh ile sağlam bir kapı inşa etmek mümkündür.
Türkiye, millî hafıza üzerinden realpolitik bir dizayn kurma çabasını sürdürmekte ve dengeyi korumaya gayret etmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert uçlar yerine “altın orta”yı takip eden yaklaşımı bunun göstergesidir.
Ancak Türkistan üzerine yapılan çalışmaları yalnızca siyasetin omuzuna yüklemek hızlı sonuç vermez. En önemli mesele, eğitimde Türk ekolünün cesur adımlarla hayata geçirilmesidir.
En büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır.
Burada kastedilen yalnızca kurumlar değil; bir ekolün, bir düşünce geleneğinin inşasıdır. Ortak hedefler ve ortak gelecek perspektifi ancak ortak bir eğitim sistemi ve Türk ekolü anlayışının bayraktarlığı ile mümkündür.
Türkiye akademisi, bilim çevresi ve eğitim sistemi bu alanda önemli çalışmalar yürütüyor.
Yurtdışı Türkler Başkanlığı’nın eğitim alanındaki faaliyetleri etkili sonuçlar üretmekte; Yunus Emre Enstitüsü’nün ise hareket alanını daha da genişletmesi gerekmektedir.
Bu çalışmaların görünür kılınması için iletişim araçlarının çok daha aktif kullanılması büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin sunduğu kazan-kazan modeli, günümüz siyaset anlayışının en başarılı örneklerinden biridir.
Millî, dinî ve kültürel altyapı işlenmeden yapılan girişimlerin uzun vadede işe yaramadığını ABD’nin hegemonya süreçlerinde defalarca gördük.
Bu nedenle kültürel başlık altındaki tüm adımların, bölgede kalıcı hâkimiyet zemini oluşturması gerekmektedir.
Ekonomik ortaklıklar bu zeminin üzerine inşa edildiğinde uzun vadede daha kalıcı ve verimli sonuçlar doğacaktır. Coğrafya üzerine başka kurguların olduğunu ise her fırsatta yazıyorum.
Özellikle “İslamsız Türklük” projeleri ve İsrail’in Orta Asya’daki çalışmaları dikkatle takip edilmelidir. Galeyana gelmeden, fikrî zeminde güçlü bir karşı koyuş ortaya koyabilmek için Türk Devletleri Teşkilatı şemsiyesi altında sosyolojiyi etkileyecek kapsamlı çalışmalar başlatmak artık kaçınılmazdır.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…