TL aşırı derecede değerlenince şimdi de bankaların açık pozisyonu tartışılıyor. Bankalar döviz kredisini TL'ye çevirip faizde değerlendiriyor ve yüksek faizle çok ciddi paralar kazanıyor. Diğer yandan düşük kurda ihracatçılar kaybediyor. Firmalarımızın rekabet gücümüz düşüyor ve ülke olarak kan kaybediyoruz. Merkez Bankası bankaları uyarıyor. Diyor ki, "Dalgalı kurdayız. Dövizde açılan banka risk alır." İyi de, Merkez Bankası, bugüne kadar neredeydi? Gecelik faizlerin, beklenen ve hedef enflasyondan çok yüksek olduğunun farkında değil miydi. Gecelik faizleri aşağı çekmekte niye bu kadar bekledi? Enflasyon-kur makası açıldığında tünelin ucunda devalüasyon görülür. Kurları bu düzeyde devam ettirmek imkansızdır. Devalüasyon yakın bir gelecekte kaçınılmaz hale gelebilir. Bu da bütün hesapların yeniden alt üst olması demektir. Bakın ve görün lütfen. Türk halkı yoksullaştıkça yoksullaşıyor. Türkiye'de 24 milyon resmi yoksul bulunuyor. İnsanların cebinde delikli kuruş kalmadı. Tablo buyken, sorumsuz bankacılık anlayışı nedeniyle ülke bir kez daha yeni bir krize sürüklenirse bunun hesabını kimse veremez. Bütün bunların özeti: "Çıpalı Kur", olmadı "Dalgalı Kur" derken: "Birileri yeni krizlere kur yapıyor". Ur büyütüyorlar Türkiye, 2003 yılında yüklü miktarda borç ödeyecek. Bunu hangi kaynaklarla ödeyecek? Bu sorunun cevabının verilmesi lazım. 2003 yılında IMF'den alınacak kredi yok denecek kadar az. Reel sektör yerlerde sürünüyor, vergi üretilemiyor, Türkiye büyüyemiyor. Büyümeyen ekonomide kaynak oluşturulamacağına göre bu borç ödenir mi? Yeni vergi koyma yolları da tıkalı olduğuna göre sakın yine IMF'den yeni kredi beklentisinde olmasınlar? Kim ne derse desin, Kemal Derviş'in dahiyane bir fikri yoksa, benim burnuma 2003 yılında IMF ile yeni bir stand-by kokusu geliyor. Tekrar büyümeye geçebilmenin moral şartlarını oluşturamayan Ankara, kriz bitmiş gibi davranarak şartları daha da ağırlaştırıyor. Çünkü kamuda bir gram tasarruf yok. Kemal Derviş diyor ki "Mayıs ile birlikte büyüme başlayacak." Büyüme böyle başlamaz. Çünkü kamunun midesindeki "ur" büyüyor. TBMM'den yapısal tedbirlere ilişkin kanunların bir bir çıktığını söylüyorlar ama, harcamalara ilişkin yapısal tedbirleri bir türlü alamıyorlar. IMF'ye demeli ki: "Gelin bir kere olsun iyi bir iş yapın. Türkiye'ye verilecek 1.1 milyar dolarlık kredi diliminin serbest bırakılması için 97 bin kamu aracının ve 80 bin lojmanın satılması şartını koyun." Belki IMF'nin her istediğine "evet" demeye alışmış yöneticilerimiz, o zaman savurganlıktan vazgeçer. Son olarak; 1- Programın ekonomiyi yeniden yapılandırma amaçları tamamen doğru olsa bile bu program yanlış tasarlanmıştır. 2- Ekonomik büyüme olmadan borçların çevrilme şansı yoktur.. 3- Sadece enflasyonu düşürmeyi hedefleyen ve büyümeyi ıskalayan bir program ile enflasyonu düşürseniz bile indiği yerde tutamazsınız. Çare?: "Çare var da kim uygulayacak!