Buyrun Sultanın iftar sofrasına

A -
A +

Hadis-i şerif * Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, cehennemden kurtuluştur. [İbni Ebiddünya] * Dünyânın dine (âhırete) tercih edildiği zamanda, amel edenin ecri, diğer zamandaki amel edenin ecrinin elli mislidir. [Se'âdet-i Ebediyye: 89.] * Borcundan bir dank gümüşü sahibine vermek, altı yüz kabûl olunmuş nâfile hacdan eftaldir. [Se'âdet-i Ebediyye: 97.] Sultan Abdülmecit'le Abdülaziz'in ablası olan Âdile Sultan; okumuş, yazmış, gayet zeki, iyi bir şair, kâtip ve yazısı güzel bir sultandır. Kaptanı Derya Mehmet Ali Paşa ile mutlu bir evlilik yapar, öyle ki, "Ben kocamla iftihar etmekteyim" der ve bu sözlerini her mecliste söylemekten çekinmez. Çok geçmeden bu mutlu çiftin Hayriye adında bir kızları dünyaya gelir. Mehmet Ali Paşa daha sonraları sadrazam olacak, ama çiftin mutlu evliliği ciddi kayıplarla yüzleşecektir. Çok geçmeden Adile Sultan önce kocasını, ardından da biricik kızını kaybeder. Bu acılara sabreden sultan, artık kendini bir kat daha iyilik etmeye vermiştir. Silivrikapı'da hâlâ duran "Bâlâ" adlı tekkeyi baştan başa tamir ettirmiş, bir imaret yeri açtırmıştır. Her sene muharrem ayında kazanlarla aşureler pişirterek fukaraya ve civar mahallelere dağıttırır. Perşembepazarı'nda Arap Camii'ni yeniden inşa ettirip, yanına şadırvan ve mektep yaptırır. Medine'de yaptırdığı sebilhânenin giderlerini karşılamak üzere; arsa, fırın, sebil, kahvehane, dükkan, mağaza, değirmen, dokuz kagir menzil, bir hurma bahçesi, on dört oda, sofadan oluşan bir ribat, boş araziler vakfeder. Ayrıca, Eyüp, Galata, Dudullu ve civarında çok sayıda müstakil bina, ev, mağaza ve arazi gibi çok sayıda taşınmaz malını da hayır işler için bağışlar. Nakit olarak verdiği paraların İstanbul'un yoksullarına dağıtılması ise çok olağan vakalardandır. İhtişamlı iftar sofraları Kardeşlerinin vefatına kadar Âdile Sultan Sarayı bir ramazan boyu misafirlerle dolar ve benzeri saraylarda görülmeyen bir ihtişam ile meşhur ve malûmdur. Yemekler mücevherli sahanlarda verilir ve ramazanın ilk iftarına Hanedanı Âli Osman'a mensup bütün sultanların gelmesi adettir. Bu usul İkinci Abdülhamid saltanatının ilk senelerine kadar devam eder. Bu iftarın özelliği yalnız mücevherli takım taklavatında değil, yemeklerin yapılışındadır. Emektar ve işgüzar saraylı kadınların en meşhurları iç mutfağa sokulur, ince ve nadide yemekler hazırlatılır. Emîr dolmaları, piliçli muluhiyyeler; kaymaklı tepsi börekleri ve benzeri yemeklerin haremde yapılması adettir. İftar zemzemle bozulur bozulmaz, müezzinler derhal kamet getirir, imam yerine gider, akşam namazı eda edilir. Büyük sofralar paravanlarla ayrılır, harem ağaları, kalfalar, halayıklar, uşaklar misafirlerin arkasından namaza dururlar. Sultanın iki imamı, bir hayli müezzini vardı ki bunların sesleri birbirinden güzel ve tesirlidir. Namaz biter bitmez gümüş tepsiler içindeki billur kadehlerle şerbetler, şuruplar ve bir kat daha serinlik verici diş kiralarının dağıtılması asla ihmal edilmez. Fukaranın hakkını gözetirdi Sarayın halkından ve kalabalığından çok dışarıdaki fukarayı yedirmek ve giydirmek için bir hayli para harcayan Adile Sultan tahsisatını hemen hemen borç edercesine sarf eder, fakat kardeşleri zamanında maaşlarını herkes muntazaman aldığı için hazinesi dengesizlik çekmez. Fukarasını kendisinden fazla düşünen Âdile Sultan, "Benim kimsem kalmadı; ölümümden sonra mallarım hazineye gidip çürüyeceğine satılsın, açıklarımız kapatılsın, düzenimiz bozulmasın, fukaramız mahzun olmasın. Fazla gümüş takımlar, mücevherli sahanlar ve antika takımların getireceği para epeyce eder, bunlar satılsın" der; lâzım gelenlere ve bilhassa huzuruna çağırarak kâhyasına uzun uzun emirler verir. Bu emirler karşısında bir süreliğine tereddüde düşen kâhyasına, "Bu servet milletin sayesindedir. Allahü teâlâ, fukarasına elimizden geldiği kadar bakmamızı emrediyor, tereddüde mahal yoktur" der ve elinde lüzumsuz ne varsa satıp fukaraya bağışlar. Senelerce saraydan çıkmayan Âdile Sultan, sekseni geçen yaşlılığında karyolasından kalkacak mecali yoktur, devamlı oturmayı yeğler, yemeğini bile oracıkta yer, ancak namaz vakitleri bu yerinden kalkar. Pirifaniliğin de verdiği yorgunluk haliyle sultan, gece gündüz uyur, çevresindekilere de; "Aman beni avutun, masal söyleyin, ninni söyleyin. Ne yaparsanız yapın, uyutun; kızımı, kocamı rüyada göreyim" der. Çok sevdiği eşi ve yitirdiği evladının acısıyla yanan Âdile Sultan, nihayet Bağlarbaşı'ndaki Validebağ Sarayı'nda 1898'de vefat eder. İstanbul Eyüp'te, Bostan İskelesi yakınındaki türbesine defnedilir. > Bekara sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Kur'ân-ı kerîmi okumaya devam ediniz. Çünkü Kur'ân-ı kerîm, kıyamet günü okuyucularına şefaatçı olarak gelecektir. Ay gibi parlak ve nûrlu Bekara ve Âl-i İmrân sûrelerini okumaya devam ediniz. Çünkü bu iki sûre, kıyâmet gününde iki bulut kümesi veya iki gölgeleyici veya gökyüzünde kanatlarını açmış saf saf iki alay kuş gibi gelecekler ve kendilerini okuyan kişileri harâretten, ateşten koruyacaklar, şefaat edeceklerdir." "Bekara sûresini okumaya devam ediniz. Çünkü onu belleyip öğrenmek büyük bir berekettir, onu terk etmek yani öğrenmemek ise büyük bir ziyandır. "Her şeyin bir zirvesi vardır; Kur'ân-ı kerîmin zirvesi de Bekara sûresidir. Bu sûrenin her âyeti ile seksen melek inmiştir." "Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Muhakkak ki, içinde Bekara sûresi okunan evden şeytan kaçar." "Kim herhangi bir gecede Bekara sûresini okursa, o sayede kendisine Cennette tâc giydirilir." (Allahü teâlânın İsm-i a'zamı şu iki âyettir. Bekara sûresi 163. âyeti ile Âl-i İmrân sûresinin başıdır.) "Her kim Bekara ve Âl-i İmrân sûrelerini gündüzleri okursa akşama kadar münâfıklıktan berî olur. Her kim bu sûrelerin her ikisini geceleri okursa, sabaha kadar münâfıklıktan beri olur." Hazret-i Ömer buyurdu ki: "Bekara ve Âl-i İmrân sûrelerini geceleri okuyan kimseye, bütün gece ibâdetle meşgul olmuş gibi sevab verilir." > Mecûsî'nin ramazana hürmeti Bir ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan bir Mecûsî'nin (Ateşe tapan) çocuğu daha Müslümanların ne yaptığını idrak edecek çağa gelmediği için sokakta elinde bir şeyler yiyordu. Hemen babası çocuğun bu halini fark etti, "Oğlum Müslümanların arasında yemek yenir mi? Onlar bu günlerde oruç tutarlar, onlar için bu günler muhterem günlerdir" diyerek azarladı ve çocuğu eve gönderdi. Her fâninin başına gelen ölüm bir gün onu da alıp götürdü. Ölümünden sonra o şehrin dinde ileri gelen zevatından birçoğu, Mecûsî'yi rüyalarında Cennet-i âlâda gördüler. Halbuki hayatında ateşe tapan bir kimsenin, Cennete girmesi adl-i ilâhîye mugayirdi. Mecûsî'ye, "Nasıl oldu da bu nimete eriştin! Biz seni imansız bilirdik. Hatta öldüğün zaman, cenaze namazını bile kılmadık" dediklerinde o, şu cevabı verdi: - Evet! Doğru söylüyorsunuz. Ben bir Mecûsî idim. Fakat bir gün küçük oğlum, Müslüman mahallesinde, onlar oruçlu olduğu halde yemek yiyordu. Ben çocuğun onların gözleri önünde ekmek yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye ben de hürmet ettiğim için Cenâb-ı Allah benim ruhumu Müslüman olarak aldı. Ölüm anında Azrail aleyhisselâm geldiği zaman, Allahü teâlâ ona emretti. Evvelâ bana, Kelime-i Şehâdet getirtti, ondan sonra canımı aldı. O sebepten ben bu gördüğünüz nimetlere kavuştum, dedi. > Dini kaidelere riayet ederler İstanbul'da Arabi ayların dokuzuncusu olan ve Müslümanların oruç tuttukları ramazan ayında bulunduğum için her akşam yazmaya değer bir sahne gördüm. Bütün ramazan boyunca Türklere güneşin doğuşuyla batışı arasında yemek yemek, su içmek, tütün içmek yasaktır. Hemen herkes bütün gece boyunca bol bol yiyip içer ama güneş görünür görünmez, dini kaideye riayet ederler ve kimse bunu alenen ihlâl etmez. Güneş dağların arkasında yarı yarıyadan fazla kaybolunca nevalelerini büyük bir zevk ve heyecanla hazırlamaya başladılar. İnce bir ışık kavisinden başka bir şey görünmeyince, top patlar ve aynı anda binlerce evde, kahvelerde, dükkanlarda sabırla bekleyen Müslümanlar ilk lokmalarıyla oruçlarını açarlar. Edmondo De Amicis -1874 Costantinopoli" adlı eserinden... > Sebzeli tavuk Malzemeler: 750 gram tavuk (kemikli kuşbaşı), 2 patlıcan, 2 patates, 2 domates, 2 sivribiber, 2-3 soğan, 4-5 diş sarımsak, 1 tatlı kaşığı salça, karabiber, kırmızı biber, tuz. Hazırlanışı: Tüm sebzeler soyulur, iri iri doğranılıp kızartılır, tavuklar da aynı şekilde yağda kızartılır. Tepsiye önce tavuk etleri, üzerlerine de sebzeler konulur. Soğanlar iri iri doğranılarak, sarımsak, biber ile yağda kavrulur. Domatesler küp seklinde doğranarak salça, baharat ve yarım su bardağından biraz fazla sıcak su ilave edilerek etlerin üzerine dökülür. Fırında 40 dakika pişirilip servis yapılır. > Tarhana Çorbası, Sebzeli Tavuk, Pilav, Künefe

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.