Her şey O'nun aşkına

A -
A +

Sultan Abdülmecid Hanın hastalığının son demleriydi, sultan o dönem oturamıyor, ancak yattığı yerden işleri idare etmeye çalışıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irade-i şahane alınıyordu. Sıradaki bir yazı için, Medine halkının bir dilekçesi okunacak denildi. "Durun, okumayın, beni oturtun!" buyurdu. Arkasına yastık konup, biraz doğruldu. "Onlar, Resûlullah efendimizin komşularıdır. O mübarek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten hayâ ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!" buyurdu. Ertesi gün sultanın vefat haberi duyuldu. Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethedip, hilâfeti esaretten kurtarınca, alışkanlıkla kendisine de Sultanül-haremeyn diyen hatibi susturup, "Benim için, o mübârek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn deyin!" buyurmuştu. Sultan İkinci Abdülhamid Han da yaptırdığı Hicaz Demiryolu Medine'ye ulaşınca, "Mümkün olan aletlerin üzerine keçeler sarınız ki, fazla gürültü olmasın ve Ehl-i Beyt'in ve burada yatanların mübarek ruhları rahatsız olmasın!.." diye özel bir emir vermişti. İşte Osmanlı'nın, temellerindeki en sağlam harçların başında, Resûlullah sevgisi gelir ki bu sevgi sadece O'na değil, kutsal beldesine karşı duyulan derin muhabbet, hürmet ve sadâkatti. Osmanlı'nın hedefleri arasında hiç kuşkusuz rızâ-yı bâriyi kazanmak kadar Peygamberimizin hoşnutluğuna mazhar olmak da vardı. İşte bu asil duygular, her sene İstanbul'dan Anadolu ve Suriye üzerinden sıcak çöllere, Kutsal Topraklara, Mekke ve Medîne'ye doğru, başında özenle ve ihtişamla süslenmiş özel bir kervanın yola çıkmasına vesile olurdu. Bu, Osmanlı padişahlarının, Mekke ve Medine'nin ileri gelenlerinden en yoksullarına kadar dağıtılmak üzere özel bir törenle gönderdikleri kervandı. > Bin bir türlü hediye "Surre alayları" denen bu kervanda, Mekke şerifine ve diğer vazifelilere gidecek hediyeler ile Kâbe ve Ravda-i Mutahhara ve sahabe mezarları için özel olarak hazırlanan örtülerle elyazması Kur'an-ı Kerîmler, tesbihler, altından, gümüşten, değerli taşlarla süslü şamdanlar, buhurdanlar, askılar, kandiller ve halılar bulunurdu. Surre alayları, hac mevsiminden önce, Recep ayında yola çıkar, Şam'da ramazan ayını geçirdikten sonra, Mekke'de gönderilen hediyeleri dağıtır, haccı edâ eder ve dönerdi. Padişah ve sultanların yanı sıra halktan da dileyenler kudretleri miktarınca Haremeyn fukarasına para ve hediyeler gönderirlerdi. Hediyeleri alanlar, gönderenler için mukaddes makamlarda yıl boyunca dua eder, ayrıca aynı meşin torbalara kına, sürme, gümüş yüzük, hurma gibi ufak tefek hediyelerle mukabelede bulunurlardı. Gönderilen surre miktarı pek de azımsanacak cinsten değildi; Sultan II. Bayezid döneminde tayin edilen surrenin miktarı 14 bin altın, III. Murad zamanında 7488 sikke, Sultan IV. Murad devrinde 1254 sikke, Sultan I. Mahmud zamanında 86.094 kuruş, Sultan I. Abdülmecid zamanında 168.512 kuruş, Sultan II. Abdülhamid devrinde, İstanbul'dan Şam'a tahsis edilen surrenin miktarı 43.367, Mekke-i Mükerreme'ye 72.926, Medine-i Münevvere'ye tayin edilen surrenin miktarı 311.551 kuruştu. Son olarak Sultan V. Mehmed zamanında tahsis edilen surrenin miktarı 24.847 kuruş, Medine-i Münevvere halkına tayin edilen surrenin miktarı ise 35.885 kuruştu. > Vakıfların yardımları Gönderilen surrenin dışında Osmanlı başkentinde Haremeyn, özellikle de Medine yararına kurulan vakıflar son derece yaygındı. 1588-1589'da Anadolu ve Rumeli vakıflarının düzenli geliri 4.206.142 akçe olarak kaydedilmişti, bu 35.051 Osmanlı altınına tekabül ediyordu. Sultan I. Selim'in annesi, Medine yoksullarına yılda 1000 altın eşrefiyenin dağıtılmasını emretmişti. Sultan II. Murad ise, seyyidlere ve şeriflere her yıl 1000 filori dağıtmaktaydı. Kezâ, II. Murad, Balıkhisar bölgesinde yaptırdığı köprünün geçiş ücretini de Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs-i Şerif ahalilerine vakfetmişti. Diğer yandan Fatih Sultan Mehmet seyyidler, fakirler ve oraya hizmet eden kimseler için 7 bin altın tahsis etmişti. > Evlâd-ı Resûl'e hürmet İşte Evlâd-ı Resûl olan bu kıymetli kimselere asr-ı saadetten bu yana edep ve hürmetten asla taviz verilmedi. Müslümanların kalplerinde yaşattıkları, coşkun ehl-i Beyt sevgisi, onların tarih boyunca, Resûlullah'ın torunlarının soyundan gelenlere sonsuz bir sevgi beslemelerine ve onları diğer insanlardan ayırt ederek dünyevî muamelelerde farklı bir yere oturtmalarına sebep olmuştu. Öyle ki Abbâsîler, Memlûkler gibi Osmanlı Devletinde de gösterilen hürmetin yanında, onlara ait işleri görmek için seyyid ve şerîflerden seçilen "Nakîbüleşrâf" adı verilen bir memur tayin edilmişti. Padişahtan sonra en yüksek kademeli kişi olan Nakîbüleşrâf, Peygamber efendimizin torunlarının işlerine bakar, neseplerini kayıt ve zapt eder, doğumlarını ve vefâtlarını deftere geçirir, onları adi işlere ve şanlarına uygun olmayan sanatlara girmekten men ederdi. Fenâ hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu. Ganîmetten onların hisselerini alıp aralarında dağıtırdı. Onları her türlü vergiden muaf tutan Osmanlı, geçimlerini sağlayacak kadar arazi verir, hayvan beslemelerini sağlayarak geçimleri güvence altına alırdı. Askerlikten muaf olan seyyid ve şerîfler, halk arasında belli olmaları için, kıyâfet olarak yeşil sarık sarar ve yeşil cübbe giyerlerdi. 1200 yıllık geçmişi olan bu makam, Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) ile son bulmuştu. Günümüzde artık Nakibüleşraflık olmasa da, Peygamber efendimizin temiz ve mübarek kanını taşıyan seyyidler ve şerifler, bugün de çeşitli ülkelerde yaşamaya devam ediyor. Bunların kıymetini bilmeli, hürmette ve hizmette kusur etmemelidir. > Kevser sûresinin fazileti Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "Kim innâ a'taynâ sûresini okursa, Cenab-ı Hak ona Cennet nehirlerinden su içirir." "Cenab-ı Hak buyurur ki: İzzetime yemin ederim ki, seni (Kevser sûresini) kim inanarak ve sevâbını umarak okursa onu affederim." Kutbüddin İznikî buyurdu ki: "Bir kimse yatacağı vakit, Kevser sûresini okursa ve; "Yâ Rabbî! Beni sabah namazına uyandır" derse, Allahü teâlânın izniyle o kimse sabah namazına uyanır." Âlimlerimiz buyurmuştur ki: "Her kim bu sûreyi cuma gecesi bin defa okur ve bin defa da salevât-ı şerîfe getirir de yatarsa, o gece Resûlullah efendimizi rüyâda görür." > İsmi 'Süleyman' ola... İleride Avrupalı kralların üzengi öpmek için sıraya geçecekleri büyük bir devlet adamı olacak olan Kanuni'nin doğum haberi Yavuz Sultan Selim'e ulaştırıldığında, huşu içinde Kur'an-ı Kerim okumaktaymış. Haberi alan baba Yavuz Sultan Selim, okumakta olduğu Kur'an-ı Kerim'den başını kaldırarak: "Adını Süleyman koydum" deyip okumaya devam etmiş... O anda okuduğu Ayet-i Kerîme'de (Neml Suresi 30. ayet) "Süleyman" ism-i şerîfi geçiyormuş. > Yardımlarını gizliden yapardı Hazret-i Ömer ve Abdürrahmân bin Avf her gece şehri dolaşır, ihtiyaç sahiplerine, yetimlere, ihtiyarlara yardımlarda bulunurlardı. Ancak Hazret-i Ömer'in Abdürrahmân bin Avf'a pek sözünü etmediği ancak geceleri devamlı uğradığı bir mahalle vardı. Abdürrahmân bin Avf, Hazret-i Ömer'in vefâtından sonra bir gece o mahalleye varıp, o eve girdi ve bir ihtiyâr kadınla karşılaştı. O ihtiyar kadın kendi kendine, acabâ ne oldu ki, Ömer bu gece gelmedi, diyordu. Abdürrahmân bin Avf, ey hâtun! Ömer dünyâdan göçtü, dedi. Kadın bunu işitince, bir âh çekip, bayıldı. Sonra aklı geri geldi. Dedi ki; ey Allah'ım! Bana yardımda bulunan Ömer'i affet. Abdürrahmân bin Avf, ne yardım ederdi diye sorunca; o ihtiyar kadın, gündüz vakti üzerimi kirletirdim. Kirlenmiş elbisemi yıkar, beni temizlerdi. Bana yiyeceklerden ne nesne gerek ise getirirdi. Abdürrahmân bin Avf, Ey hâtun! ben Ömer'in yâriyim. Eğer o gittiyse ben sağım. Ben de Ömer'in yaptığı işleri yapayım, deyince ihtiyar kadın dedi ki, Ömer'in yerini kim tutabilir. Eğer Ömer'in yâri isen, bana dua eyle, yardım et. Hemen başını yukarı tutup, dedi ki, yâ ilâhel âlemîn! Ben o hastalığı Ömer'in yardımı ile çekerdim. Ömer gitti. Benim rûhumu kabz eyle ki, ben Ömersiz ömür istemem. Bunu der demez, o sâat duası makbûl olup, dünyâdan göç etti. > Anladık ramazan başlamış! Ramazan hilali görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilali görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter: geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş, nasılsa bir su birikintisi içinde hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş: - Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin, anladık işte ramazan başlamış!.. > Hadis-i şerif * Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur. [Taberânî] * Küfrü doksan dokuz vechi ile zâhir [açık] ve bir vech ile İslâm olan kimseyi, küfr ile hükm eylememeli. [Bir işinden veya bir sözünden yüz manâ anlaşılsa, doksan dokuzu küfrünü, biri imânını gösterse, imânlı olduğunu anlamalı]. [Se'âdet-i Ebediyye: 67.] > Piliç kağıtta >> Malzemeler: 2 adet piliç göğsü, 2 adet domates, 1 bardak doğranmış mantar, 1 kaşık sıvı yağ, 1 çorba kaşığı stere yağı, 1 adet limon, tuz, karabiber, kekik ve yağlı kağıt. >> Yapılışı: Piliçlerin derisini temizleyip kuşbaşı doğrayın. Kağıtları yağlayın Piliçleri, mantarı, kekiği, tuzu, baharatları, domatesleri harman yapın. Limonun kabuğunu soyun ve lira gibi kesip malzemenin üzerine koyun. Daha sonra tereyağını koyun ve kağıtları paket şeklinde yapıp tepsiye dizin. Fırında 30 dakika pişirip servis yapın. > Mantar Çorbası, Piliç Kağıtta, İç Pilav, Kadayıf Dolması

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.