Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Demokratik, düşünce hürriyetine sahip, insan hak ve hürriyetlerinin verildiği, çağdaş bir toplum şeklini yaşarken göreceğime inanmıyorum. Af 2000''e kaldı. Ne dersiniz? Bu af tasarısı her şeyden önce, toplumda uzlaşma sağlayacak, kırgınlıkları giderecek, toplumsal barışı sağlayacak, demokratikleşmeye yönelik bir af tasarısı niteliğinde değildi. Niye yapıldığı, niye çıkartıldığı zaten çok anlaşılmayan bir af tasarısıydı. Felsefesi yoktu bu tasarının. Bu tür aflar ancak otoriter bir devlette, "ihsan" vermeye alışık devlet başkanlarının karısına doğum günü hediyesi, kendisinin doğum günü kutlaması gibi nedenlerle çıkarttığı bir tasarıya benziyordu. Bir mantığı yoktu. Hükümetteki partiler bunda da anlaşamayınca af 2000''e kaldı. Koalisyona bir şey olur mu? Onu bilemem. Ama burada bir tek tutarlı olan parti var. O da MHP''dir. Ortaya attığı fikirleri kabul edersiniz veya etmezsiniz. O ayrı bir konu. Ama o bu af yasasını bir toplumsal temele, bir toplumsal projeye oturtmanın yolunu arıyor. Baştan beri kendi tabanına ve siyasi görüşüne zıt düşmeyecek şekilde bir tutum sergiliyor. Ama aynı konuda DSP''de böyle bir çalışma yok. Oysa DSP de kendi felsefesine ters düşmeyecek şekilde bu affın projesini ortaya koymalı. DSP ve biraz da ANAP bu konuda açmaza düşmüştür. DSP''nin kendi hiçbir felsefesi yok. Ben bunu özetle böyle görüyorum. Sanıktan suça gitmek Bizde usul açısından genel olarak sanıktan delile ulaşılmaya çalışılıyor. Sanığı buluyorsunuz, ortaya çıkartıyorsunuz. Ondan sonra, sanığı sorgulayarak suça ve delile ulaşmaya çalışıyorsunuz. Bu bizde öteden beri alışılagelmiş bir tutum. Bu nasıl oluyor? Sanıktan suça, delile ulaşmak ne demektir? Bunun en kolay tarifi "Sanık size söyleyecek" demektir. Sanık, suçu söyler mi? Söyler... Söyler ama bu söyleme, kendi iradesiyle mi, pişmanlık duyarak mı, zorla mı, tehdit altında mı, işkence altında mı o zihinlerde hep soru işareti olarak kalır. Tasvip edilemez olan ne? Sanığın sorgulanması sırasında, kim olursa olsun, hangi suçu işlemiş olursa olsun, kötü muamelenin, işkencenin kanuna aykırı her türlü muamelenin karşısındayız. Yapılmaması gerekiyor. Ve bu yolla elde edilmiş bilgilerin de, demokratik ülkelerde esas teşkil etmediğini, hukuka uygun olmayan ve dikkate alınmayan delil olarak kabul edildiğini biliyoruz. Doğru olan ne? Dünyada, artık böyle bir uygulama yok. Batı ülkelerinde, demokratik ülkelerde bu sistem değiştirildi. Çok kuvvetli, çok güçlü şüpheler olmadıkça, bu şüpheleri destekleyici kanıtlar olmadıkça, hiç kimse hakkında "sanık" sıfatı verilmez. Hakkında dava açılmaz, göz altına alınmaz. Onun için Batıda ve demokratik ülkelerde, bizdekinin aksine açılan davaların % 90''ı mahkumiyetle sonuçlanıyor. Bizde ise adam içeri alınıyor. Sorgulanıyor sonra da delil yetersizliğinden serbest bırakılıyor. Ama bu sürede o kimsenin hali hiç hesaba katılmıyor. O bakımdan biz her nerede ve nasıl olursa olsun, hep "Hukuk" diyoruz. Hukuk ne kadar var? Ben kendi adıma söylüyorum. Türkiye, hukuk devletine henüz adım atmış durumda değil. Adımını kaldırmış, atacak... Ama attırılmıyor. Demokrasi ve hukuk birbirine bağlı olan şeyler. Demokrasi devletin biçimidir, yapılanmasıdır. Hukuk devleti de o yapılanmanın hukuka bağlı olarak işlemesinin adıdır. Türkiye''de böyle bir şey yok. Niye attırılmıyor, suçlu kim? Spekülasyon yapmak istemiyorum ama, ben işin kolaycılığını buldum. Suçluyu da buldum. Bana sorarsanız bu kabahat atalarımızda. İktidarların söylemine bakarsanız sonuç oraya çıkıyor. Nasıl? Çünkü diyorlar ki: -Batıdaki demokrasi standartları ve o tür özgürlükler Türkiye''de olmaz. -Niye olmaz? -Çünkü Türkiye''nin jeopolitik konumu itibarıyla komşuları itibarıyla tehlikeleri var. Yukarıda Sovyetler Birliği var, oradan komünizm tehlikesi var. Aşağıda İran var şeriat tehdidi altındayız. Öbür tarafta Irak-Suriye terör ve bölücülük tehlikesi var... Var da var... Yani bizim siyasilerimizin söylemine göre öyle tehlikeli (!) bir yerde oturuyoruz ki, her türlü tehlike bizi tehdit ediyor. Gördünüz mü, siyasilerimiz ne kadar haklılar(!) değil mi? Onun için buralarda Batıda olduğu gibi düşünce özgürlüğü vs. olmaz. Ne yapayım, ben de diyorum ki, "Öyleyse kabahat (!) atalarımızda. Öyle bir yere gelmişler ki, oturdukları yer fay hattında. Sallan babam sallan. Sürekli deprem. Yıkılıp gidiyorsun. Demokrasi ise hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Çünkü bu tehlikeler (!) bu komşular olduğu müddetçe devam edecek demektir. Demek ki kabahat atalarımızda. Kötü bir yere, yanlış bir yere gelip yerleşmişler. Fay kırığı üzerinde ve hiçbir zaman demokrasinin olmayacağı bir yere gelmişler. Kabahat onlarda. Ben bunu, ancak böyle espriyle yorumlayabiliyorum. Başka bir mantıkla açıklamak mümkün değil. Kendinize ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Gündüz öyle yoruluyoruz ki, akşam eve gelir gelmez, yemeğimi yedikten sonra koltuğa yığılıp kalıyorum. Gözlerim kapanıyor. Ne bir film ne bir magazin... Televizyonun başına bile geçmiyorum çoğu zaman. Ya sinema? Çok eskiden giderdik. Ama şimdilerde sinemayı unuttuk desek yalan olmaz. Vakit bulamıyoruz. Tatil de mi yapmıyorsunuz? Ha bakın, ondan taviz vermiyorum. Her sene tatilde hiç kimsenin olmadığı, tenha bir yere gidip otururum. Kafamı dinlerim. O olmadan olmuyor. Spora ilginiz ne kadar? Sporla, gençliğimde ilgilenirdim. Hatta Fenerbahçe''nin yıldız ve genç takımının kaptanıydım. 1960''lı yıllarda. Can Bartuların falan olduğu dönemlerde. Ama şimdilerde vakit yok ki... Yiyip içtiğiniz sizin olsun Yemek yapmak gibi bir becerim inanın yok. Hiçbir şey yapamam. Ama yemek seçiciliğim de yok. Önüme ne konursa yerim. Yemek ayırt etmem. Avukatlık tesadüfen mi? Türkiye''de hangi meslek tesadüfen değil ki? Doğrusu benim arzum da mühendis olmaktı. Ama Teknik Üniversite sınavlarını kazanamamıştım. Kazanamayınca... Hukuk da sınavsızdı. Gidip hukuka kaydolduk. İşte öyle devam ettik gitti. Türkiye''de genelde böyle oluyor. Mesleğinizden pişman mısınız yani? Hayır... Mesleğimden hiçbir pişmanlığım olmadı. Yani şöyle geriye dönüp baktığımda "Ah keşke" dediğim hiç olmadı. Çünkü mesleğimi seviyorum. Hukuk adamı olmak gerçekten sevinilecek bir duygu. Hayalinizdeki topluma inanıyor musunuz? Hayalimdeki gibi, demokratik, düşünce hürriyetine sahip, insan hak ve hürriyetlerinin verildiği, çağdaş bir toplum şeklini yaşarken göreceğime inanmıyorum. Gelecekte olacak mı? Evet. Gelecekte bu toplum o seviyeye gelecek. Buna inanıyorum. Zaten buna inandığımız için çalışıyoruz. Ömrümüzün o günlere yetmeyeceğini bile bile çalışıyoruz. Çünkü biz görmesek de bizden sonrakiler görsün düşüncesindeyiz. Çünkü insan hep kendi yaşamında göreceği şeylerin peşinden koşarsa gelişim olmaz, insanlık gelişmez. Şu an durum nasıl? Şu an ilerleme değil gerileme var. Örnek vereyim isterseniz. Geçen sene Aralık ayındaydı. Meşhur İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi''nin 50. yıldönümüydü. Çeşitli yerlerde konuşmaya çağrıldığımda birden bire farkına vardım. Ve gördüm ki, o beyannamenin kabulünün üzerinden elli yıl geçmiş. Ben o beyannameyle ilgili konuşmaya başlayalı da 35 yıl geçmiş. Yani bunca yıldır o İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi''yle ilgili konuşmalar yapmış, konferanslar vermişim. Ama geri dönüp baktığımızda değişen hiçbir şey yok. İlerlemeyi bırakın tersine gerileme var. 1960''lı yıllarda hiç olmazsa bilim özgürlüğü vardı ve sınırsızdı. Şimdi "bilim özgürlüğü" de yok. Bırakın "düşünce özgürlüğünü" bilim özgürlüğü bile kalmadı. Demek ki ben kendi yaşamımda hayal ettiğim toplumu göremeyeceğim. Ama bu demek değildir ki, Türkiye değişmeyecek. Hayır Türkiye değişecek ve kabahatin atalarımızda olmadığını ispat edecek. Toplum da özlenen seviyeye gelecek. Yücel Sayman''dan bir hatıra: Babam doktordu ama... Çok hatıra var ama, ha deyince akla gelmiyor ki... Ama bir karakterimi sordunuz da... Size, galiba babamdan genetik olarak geçen bir karakterimi anlatayım. Üniversitede, sınavlarda "geçmez" bir kağıda asla "geçer not" vermem. Bu kağıdın sahibi ne kadar yakınım olursa olsun, araya hangi yakınımı sokmak isterse istesin vermem. Bu karakterin babamla ne ilgisi mi var? Bakın anlatayım. Lise son sınıftaydım... Okulun da basketbol takımında oynuyordum. O gün maçımız var. Maça gideceğim. Ama aynı gün de, bir dersten sınavımız var. İkinci sınav. Birincisinden sekiz almışım. Notum çok iyi. Durumu hocaya anlatınca dedi ki: -Birinci notun yüksek. Bu sınava gelmesen de olur. Yalnız prosedüre uyması bakımından bir rapor getirmelisin. Ben de, "O kolay" dedim. Çünkü babam doktordu. Babamdan alacağım bir raporla bu işi anında halledebilecektim. Akşam oldu. Durumu babama anlattım. Babam kaşlarını çatarak ne dese beğenirsiniz: -Sen hasta değilsin. Sana rapor veremem. -Ama baba, rapor vermezsen ikmale kalacağım. -Bunu o zaman düşünseydin. Ben hasta olmayan kimseye rapor veremem. Ve babam olmasına rağmen rapor vermedi. Ben de o dersten ikmale kaldım. O gün babama ne sinirlenmiştim anlatamam. Çünkü bunun sahtekarlıkla falan alakası yoktu. Derste durumum iyiydi. Prosedür gereği verilecekti. Yani şimdi ben de, o kadar ileri gider miyim bilmiyorum ama, babamdan biraz etkilenmişim.
ÖNE ÇIKANLAR