Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Depremin boyutu ve hükümet? Türkiye ilk defa bu kadar elim sonuçları olan felaketle karşı karşıya kaldı. İtiraf etmek lazım ki, bu felaketin boyutlarını hükümet ilk andan itibaren idrak etmekte bir miktar zorlandı. Ama deprem bölgesine gidip hadiseyi görünce olay kavranmaya başlandı. Bu sebeple hükümetin konuya duyarsız kaldığını söylemek çok büyük bir haksızlık olur. Hükümet şu anda olaya hakimdir. Devlet orada vardır Devlet tarifi soyut bir kavramdır. Orada emniyeti sağlayan polis memuru devlettir. Ekmeği dağıtan belediye zabıtası devlettir. Şu koordinasyonu yapmaktan sorumlu gördüğümüz vali veya kaymakam devlettir. Enkaz çalışmalarını organize eden kumandan ve emrindeki erler devlettir. Devlet tarifini çok iyi yapmadığınız sürece "devlet orada yoktur" diye ileri sürülür ama bunlar varid iddialar. Mülkiye motodoloji öğretir Ben Mülkiye mezunuyum. Mülkiye tahsili olanlar bir mesleğin erbabı olmazlar. Bir tahsilin sahibi olarak gelirler. Çeşitli dallarda mesai yaparlar. Mülkiye tahsili çok yönlü bir eğitimdir. Tabii bu arada kişisel olarak meraklarınızı geliştirmek isterseniz o imkanı da size verir. Mülkiyeden ayrıca çok iyi bestekâr, çok iyi şair, çok iyi ressam da çıkmıştır. Ben çocukluğumdan beri müzikle ilgilendim. Bu işi bir miktar bilirim. Şu anda da Türk Musikisi Vakfının başkanıyım. Hocalarımızla birlikte çalışıyoruz. Mülkiye çok fazla tahsil veren bir okul değildir. Mülkiye bir tek şeyi öğretir. Onu da başka hiçbir fakülte öğretmez. Onun adı da metodoloji. Yani bir şeyi en doğru şekilde sonuçlandırmak, varılacak noktaya en kısa zamanda, en geniş içerikle ulaşabilme kabiliyeti kazandırmak. Pişman değilim ama Vicdanımı rahatsız edecek hiçbir rahatsızlığım olmadı. Ama aklımı rahatsız eden bir yanlışlığım oldu. Şöyle ki, bizim zamanımızda üniversiteyi seçerken bize yol gösteren yoktu. Biz bizden önceki şöhretlere bakar ve "Aman ne güzel" der onların gittikleri üniversitelere gitmek isterdik. Tıp tahlisi yapmayı tercih ederdim. Ama Tıp Fakültesini kazanıp, iki üç ay da okumuş olmama rağmen bir burs nedeniyle tıbbiyeyi bırakıp mülkiyeye gidişim beni zaman zaman geriye döndüğümde tahilsizliğimin zihnimi baskı altına aldığı bir rahatsızlık olarak meşgul eder ki bunu "ah keşke" diye de yorumlayabilirsiniz. Ve iyi bir doktor olurdum ona da eminim. Asla kabul etmem Hiçbir menfaat, hiçbir baskı, hiçbir otorite, hiçbir çıkar bana yalan söyletemez. Ben bu konuda inanılmaz bir mukavemetin sahibiyim. İkincisi, kesinlikle dedikodudan yana olamam. Yanımda dedikodu yapılmasına müsaade etmem. Bu konuda kırıcı olduğum da olmuştur. Dedikoduya tahammül edemem. İnanmadığım hiçbir şeyde kimse, hiçbir çıkar bana aksine oy kullandıramaz. Örneğin ben en son af yasasına inanmamıştım. Sabaha kadar bekledim ve her af yasasında hayır dedim. Bu özelliğim inatçılık değil. İnandığımın doğru olduğuna inandıktan sonra onda ısrar ederim. İnanamıyorum Türkiye''de inanmakta zorluk çektiğim iki konudan biri, Türk insanı bu kadar alicenap bir millet olmasına rağmen, bir türlü örgütlenme kabileyeti kazanamıyor? Ayrıca çok zeki ve çok cesur bir milletiz. Bunlar kişisel olarak fıtratımızdan gelen milli değerlerimiz. Ama çok tembel bir milletiz. Bu duruma inanamıyorum. Karakoyunlu''dan bir hatıra: Biz mi vatan hainiydik o mu? Bizim mülkiyeye girdiğimiz 1955''te, Turhan Feyzioğlu''nun "Nabza göre şerbet vermeyin" konulu bir açılış konuşması olmuştu. Muhatabı da bizlerdik. Bize bu konuşma yapıldığı için, dönemin Başbakanı, Adalet Bakanı, Eğitim Bakanı Turhan Feyzioğlu''nu görevden aldılar. Ve bir öğrenci hareketi başladı. DP''nin aşığının ilk tekmelendiği, yakasına yapışılıp silkelendiği ilk olay budur. Bir öğrenci grubu kalktı. Bir dekanın görevden alınmasındaki haksızlığı protesto etti. Bunun üzerine bizi de topladılar. Ankara''da Birinci Şube''de tamamı altmış metrekare büyüklüğünde bir yere kız erkek seksen öğrenciyi soktular. Biz orada 48 saat sorgulandık. O sırada Adalet Bakanı olan şahıs da, merdivenlerden aşağı, bize hakaret ederek, ağır laflar söyleyerek gitti gelmedi. O tarihte de DP''ye yakın olan komiserler, polis memurları falan bizim ifademizi alırken çok ağır ve galiz sözlerle bizi tahkir ediyorlardı. O arada babası o dönemde DP''de milletvekili olan bir sivil polis, 1. Şube''de ifademizi alırken küfretmesinin arkasından "Hepiniz vatan hainisiniz!.." diyordu. Biz bu lafa belki yirmi defa muhatap olduk orada. Ne enteresandır ki, yıllar sonra vatan haini denilerek sorgulanan o seksen kişinin içinden 47 tane vali çıktı. (Hayri Kozakçıoğlu o sınıftandır, Ankara Valisi Erdoğan o sınıftandır. İstanbul Eski Valisi Cahit o sınıftandır. İnal Batu ondandır. Hangi birini sayayım...) Bir tane Meclis Başkanı çıktı. Defaatle sayılabilecek sayıda kadar bakan çıktı. Müsteşar çıktı. Belki onbeş tane büyükelçi çıktı... Şimdi geriye dönüp bakarım ve "O seksen kişi mi vatan hainiydi o sözü söyleyen mi?" derim.
ÖNE ÇIKANLAR