"Çayları yudumlarken dedim ki: - Bak Hüseyin, bu çocuklar altı yıl sonra, öğretmen olup gelecek. Muhtarın, şu güzel kızını Allahın emri ile oğluna almak ister misin? Hüseyin de, muhtar da yere bakmaya, gözlerini birbirinden kaçırmaya çalıştılar. Ben ısrar edince de cevap verdi Hüseyin: - Allah yazdı ise, isterim." Efendim, yaşadığımız bütün olumsuzluk ve sorumsuzlukların temelinde insanımızın bozulması yatıyormuş. Yani insanımız çok bozulmuş. Böyle olunca da, hiçbir polisiye tedbir kâr etmiyormuş. Bunun tek çözümü de "eğitim" imiş. Yerden göğe kadar haklı bunu söyleyenler. Ama birşey var. Nerede bu hale gelmiş toplumu eğitecek öğretmen? Ve nerede bugünkü öğretmenlere o imkanı ve saygınlığı kazandıracak irade? Şimdi size çeyrek asır önce bu millete hizmet vermiş bir öğretmenin hatırasını sunuyoruz. Malatya''dan Mehmet Ali Cengiz''in hatırasını. "Yıllar önceydi... Öğretmen olduğum köydeki okul, çevre köyün çocuklarına da eğitim vermek zorundaydı. Yani her köyde okul yoktu. Dolayısıyla İlköğretmen okullarını kazanan öğrencilerin adlarını, adreslerine göndermiştim. Bu öğrenciler, daha sonra velileri ile birlikte geliyor ve işlemlerini tamamlatıyorlardı... İlk gelen öğrenci ve velisi uzak bir köydendi. Çocuk, babasıyla birlikteydi... Babasının adı da Hüseyin. Bu öğrenci, Akçadağ ilköğretmen okulunu kazanmıştı. Onların işlemlerini bitirirken, yine aynı köyden Muhtar Şevket ile kızını gördüm. Onlar da işlem için gelmişlerdi. Fakat baktım muhtar, şöyle bir kapıdan içeri bakıyor, görünmeden hemen uzaklaşıyordu... Çağırttım onu da. Mahçup bir eda ile, kızının elinden tutmuş olarak daireden içeri girdi. Kızı da Urfa Kız İlköğretmen okulunu kazanmıştı. Baba kız, gittiler dairenin bir köşesindeki sandalyelere oturdular. Bu iki ailenin arasında kan davası olduğunu duymuştum. Yanıma çağırdım. İki baba, karşılıklı oturdular. Ama ne babalar, ne de çocuklar birbirlerinin suratına bakıyor... Çay söyledim. "İstemez" demelerine rağmen çaylar geldi. Çayları yudumlarken dedim ki: -Hüseyin, bu çocuklar altı yıl sonra, öğretmen olup gelecekler. Muhtarın, şu güzel kızını Allahın emri ile oğluna almak ister misin? Hüseyin de, muhtar da yere bakmaya, gözlerini birbirinden kaçırmaya çalıştılar. Ben ısrar edince cevap verdi Hüseyin: -Allah yazdı ise, isterim. Aynı soruyu muhtara da sordum. O da kızardı bozardı... Sigarasını çıkartıp evirdi çevirdi. Benim cevap beklediğimi anlayınca yüzüme bakarak mırıldandı: -Allah yazdı ise ne diyeyim öğretmen bey. Çok rahatlamış olarak, gözlerimle çocukların durumunu süzdüm. Her ikisinde de en ufak bir şaşkınlık ve tepki yoktu... Her ikisi de babalarının omuzlarına ellerini koymuşlar, hiçbir şey olmamış gibi yüzüme bakıyorlardı... Aslında bizim dönemimizde böylesi bir söz bu çocukların yanında söylenmezdi. Doğru da değildi. Ama nasıl oldu, neden söyledim bilmiyorum... Önceden böyle bir hazırlığım da yoktu. Elimde olmadan bu sözler çıkıvermişti ağzımdan işte... Çocukların kayıt işlemleri bitti. Önce Hüseyin ve oğlu, sonra muhtar ve kızı çıktılar odamdan... Onlar çıkıp gitmişlerdi ama, daha sonra kendi kendime bu sözleri söylediğime çok pişman oldum... Hiç de iyi bir lâf etmemiştim... Evet, bizim dönemimizde öğretmene saygı fazlaydı. Devletin en yüksek ricali gibi saygı görürdü. Ama yine de böylesi bir konuşmayı yaptığıma pişman olmuştum. Çok şükür ki, her iki babayla da karşılaştığımda, bana karşı en ufak bir gücenmeleri olmadığını anlayıp rahatladım... Aradan yıllar geçmiş ve kız da oğlan da okullarını bitirip öğretmen olmuşlardı... Ben onları bir daha görmemiştim... Bir yaz günü, iki babayı da, ellerinde birer düğün davetiyesi ile dairede, masamın önündeki koltuklara oturmuş halde görünce, dünyalar benim olmuştu... Yine yıllar öncesi gibi yine çaylarımız geldi... Çaylarımızı yudumlarken, şimdi onlar neşeli neşeli konuşuyorlar, ben de elimde olmadan bu mutluluğa sevinç gözyaşı ekliyordum... Kalkıp giderken dediler ki: - Müdür bey, yıllar süren kan davasını ne ihtiyarlarımız öğütleri ile çözdü. Ne de gençlerimiz silahla çözebildiler... Ama bu iki çocuk, evlenerek bu kin ve düşmanlığı ortadan kaldırdılar... Allah senden razı olsun! Seni Allah söyletmiş. Şimdi aradan yirmibeş yıl geçti. Duyduğuma göre muhtar ölmüş... Karı-koca öğretmenler ise bir zaman köylerinde görev yaptıktan sonra bir şehre yerleşmişler... Emeklilik günlerini bekliyorlarmış. Üstelik çok da mutlu imişler..." O zaman öğretmene gösterilen saygı ile bugünkü öğretmene reva görülen çile arasındaki farka bakın. Sonra da düşünün. Herşeyin başı eğitim. Ama nasıl bir öğretmen ile?..

