Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
"Bugün itibariyle Türkiye''de sistem dibe vurmuş, çürümüş, lime lime olmuş vaziyette. Deprem bunu net olarak ortaya çıkardı. Zaten Susurluk da çıkarmıştı ama birçok insanımızın canına mal olan deprem bunu kitlelere yaydı. Türkiye, bu çürümüşlüğü Ankara''ya bırakarak çözemeyecek. Ama dünyanın bir şekilde zorlamasıyla mesafe alacak gibi geliyor. Gönül ister ki bunu dünyadan bağımsız, Türkiye kendi inisiyatifiyle dönüştürebilsin." Sorunlar henüz çözümlenmiş değil Türkiye bugün kendi sorunlarını çözme konusunda maalesef yetersiz. Bakıldığında bu sorunlar bir şekilde dış zorlamalarla, dış yönlendirmelerle aşılır gibi görünüyor. Ama özünde çok fazla değişmediğini görüyoruz. Sistem dibe vurmuş vaziyette Bugün itibariyle sahiden Türkiye''de sistem dibe vurmuş, çürümüş, lime lime olmuş vaziyette. Deprem bunu net olarak ortaya çıkardı. Zaten Susurluk da çıkarmıştı ama bir çok insanımızın canına mal olan deprem bunu kitlelere yaydı. Ankara, çözümde yetersiz Türkiye, bu çürümüşlüğü Ankara''ya bırakarak çözemeyecek. Ama dünyanın bir şekilde zorlamasıyla mesafe alacak gibi geliyor. Gönül ister ki bunu dünyadan bağımsız, Türkiye kendi inisiyatifiyle dönüştürebilsin. Ama maalesef yüz yıllık bir süreç içinde baktığımızda, asrın başında Türkiye, İttihat Terakki döneminde hangi üslubu konuşuyor, hangi sorunları tartışıyorsa, asrın sonunda da aynı üslupla aynı sorunları tartışıyor. Yönetenlerin acelesi yok Dış dünya, insan hakları, demokrasi, piyasa ekonomisi gibi konularda bir şekilde yeryüzünün taleplerini yüksek sesle seslendirmese, Ankara''nın Türk halkına özgürlüklürleri ve zenginlikleri tanımak konusunda bir acelesi yok. Yani biz, yönetilen insanlarız. Bir de bizi yönetenler var. Yönetenler kendilerini aynen padişah yerine koyuyor. Yönetimin anlayış farkı Ankara yöneten, Türkiye yönetilendir. Ankara bir şekilde her dışardan kendine yönelik eleştiriyi, Türk halkına yönelik eleştiriler gibi yapıyor. Türk halkıyla, Türk halkının refahını ve özgürlüğünü isteyen dış dünyayı karşı karşıya bırakma oyunu oynuyor. Halbuki yeryüzünün eleştirileri ve talepleri, Türk halkının ihtiyaçlarıyla üst üste çakışıyor, aynı noktada buluşuyor. Ama dış dünya birisini eleştiriyorsa bu Türk halkı değil, Türkiyeyi yönetenleri eleştiriyor. Fakat Türkiye''de herkes kendini küçük bir padişah gibi gördüğü ve yönetenler ve yönetilenler ayırımı yapmadığı için her Ankara''ya eleştiriyi, yönetilenler kendi üzerine alıyor ve her eleştiride sanki yeryüzü Türkiye''nin kötülüğünü istiyormuş gibi bir sonuç çıkıyor. Halbuki Türkiye''nin istediğini yapmayan, Türkiye''nin Ankara''daki yönetimi. Yeryüzü bugün Türkiye''yi, Türk halkını, Ankara''daki yöneticilerden daha fazla düşünüyor. Dış dünya bizi niye düşünüyor? Bunun da ekonomik nedenleri var. Onlar da bizim kara kaşımız kara gözümüz için istemiyor elbet. Kendi çıkarları için istiyor. Nedir bu çıkar? Bugün bilgisayar yeryüzü sisteminin simgesidir. Peki bu bilgisayaryları kime satacaklar, ayakta kalmak için. Gelişmiş bir halka satacaklar. Eğer o halk, insan haklarından, demokrasiden, piyasa ekonomisinden nasibini almadıysa, o bilgisayarlara da talip olmuyor. Yani bizim kara gözümüz için değil ama kendi çıkarları için çok yetkin, gelişmiş, özgür, bireysel kimliği netleşmiş bir halk, bir toplum istiyor. Ama Türkiye''nin yönetenleri bunu istemiyor. Provokeye yönelik ündem maddeleri Türkiye''de çok güçlü bir AB antilobisi var. Çünkü AB''ye girmemiz, Türkiye''de demokrasiyi, Kopenhak kriterleri dediğimiz piyasa ekonomisi ve insan haklarını getirecek. Bu birçok zümrenin kendi hedefleriyle çelişir. Bu bakımdan provokeler, AB''ye girmemiz konusunda ağır muhalefetin bir kışkırtması olabilir. Aynı zamanda çok ince bir başka oyun oynanabilir. Yani "Kıbrıs''ta taviz vermiyoruz" diyerek AB''ye giriş önlenebilir. Ama ihtiyaçlar da sistemi sürekli zorluyor. Bu bir bakıma bu Türkiye''nin içinde bulunduğu sorunların çok ağırlaşması ve gittikçe Batı''nın yardımına ihtiyaç duymasından da kaynaklanıyor. Bir de Türkiye''de sistemin iflas etmesinden kaynaklanıyor. Yani bu iş gitmiyor. Ama bu iş gitmemesine rağmen kendi iktidarını egemenliğini sürdürmek isteyen bir derin devlet var. Onun bir sabotajı da olabilir. Özel teşebbüsün önü açılırsa Türkiye''de bir şekilde, devletin ekonomiden çekilmesi halinde Türkiye kendini taşır. Zaten taşımak mecburiyetindedir. Burda sadece devlet meselesi değil bu. Devlet aynı zamanda Türk halkını afyona alıştırır gibi devletten geçinmeye alıştırmış. Ve bir şekilde Türkiye''nin ortalama okula gitme yılı 3.6. Yani hepimiz ilkokul 4. sınıftan terkiz. Bu şekilde bu kadar tahsilsiz bırakılmış halk, bir şekilde mesleksiz bırakılmış bir halk. Türkiye''de çalışan 20 milyon insan var. Bunun % 80''i ilkokul ya da daha aşağı eğitim almış. Yani teknolojik şansı iğdiş edilmiş bir toplum. Üretim niteliği beş milyonluk Norveç kadar. Vergi toplamıyor bu devlet. Bütün bu zaafların giderilebilmesi için, halka bakkala gönderilmeyen geri zekalı çocuk muamelesinin yapılmaması lazım. Bu nedir? Halkın üretime, rekabete, yarışmaya zorlanması demektir. Herkes devletten bekliyor Bugün herkes devletten bir şey bekliyor. Devlet de kendini padişah yerine koyduğu için, bir şekilde ulufe dağıtarak patron olmaya devam ediyor. Devlet ekonomiden çekildiği vakit, Türk halkı önce yürümeye, sonra koşmaya, sonra yeryüzüyle rekabete alışır. Bu halk yıllardan beri bırakılsaydı, çok daha ileri noktalara gelinirdi ama Türkiye''de Türk halkına geri zekalı çocuk muamelesi yapıldığı için, onun zenginleşip, özgürleşip, beceri sahibi olmasını engellenmiş. Devlet onu maaşa bağlamış ve bir şekilde özgürlükleri buna karşı satın almış. Şimdi devletin ekonomiden çekilmesi halinde Türk halkı yetkinleşecektir. Kendi iradesini kendi bağımsızlığına sahip olacaktır. Daha çok çalışacaktır. Daha çok üretecektir. Çaresizlik içinde daha fazla hamle edecektir. Kendi kendini tabii ki idame ettirecektir. Artık beklemekten vazgeçmesi lazımdır. İç huzurum çok önemli Benim için, iç huzur çok önemli. O yüzden iç huzurumu bozacak birşey yapmamaya çok gayret ettim. İç huzurum olmasaydı çok daha başka şeyler peşinde olabilirdim. Onun için yazı-çizimin getirdiği bir başka etik vardır. Biz daha ziyade bir şekilde yazı çizi ile ilişkili vicdani muhasebe yaptığımız için öyle pişmanlığımız olmadı. Asla kabul etmem. Ben, iç huzurumu rahatsız edecek şeyleri kabul etmemek için sonuna kadar direnirim. Kendimi iyi hissetmeme engel olacak hiçbir şeyi, kendime rağmen de olsa başaracağımı sanmıyorum. Şimdiki aklım olsaydı Gençliğimde zaman ve mekan konusunda mümkün olabildiğince özgür olmayı hedefliyordum. Bir şekilde bu özgürlüğü diğer mesleklere oranla daha nisbi olarak bana veren bu amaca ulaştım. Ama belirli bir yaşa geldiğiniz ve gençliğinizdeki hedeflere ulaştığınız vakit, bir şekilde "Keşke gençliğimde varılacak hedeflerimi daha da yüksek tutmasaydım" diye hayıflanıyorsunuz. Çünkü vardığınız nokta edinimlerinizi oluşturuyor. Ve bir yetmezlik duygusu varsa içinizde, hayatınızda yeniden yeni hedefler, yeni amaçlar yeni planlar yapmaya koyuluyorsunuz. Ama bunun keyfi kadar zorlukları da var. İlk gençlikteki kadar enerji, hırs, ihtiras olmayacağı için bu ikinci hedef ve ikinci dönem amaçlarınız konusundaki hızınız istediğinize ulaşamıyabiliyor. Gençlere tavsiyem Yaşam hedeflerini varabilecekleri hedeflerle sınırlı tutmasınlar. Daha, "Varılması zor hedefler" koydukları vakit, hayat standartları ve edinimleri daha yüksek olacaktır. Elde edilen hedefler bir şekilde hayatı daha da zorlaştırabiliyor. Gençliği değerlendirmek Ülkemizde, yeryüzünde kendi ayakları üstünde her yerde durabilecek bir gençlik yetişiyor mu bilemiyorum. Bir şekilde tabii ki her kuşak değişiyor. O kuşağın kendi değişimini, bir önceki kuşakların tam olarak değerlendirmesi belki zor. Nitekim bugünün kuşakları eskilere göre çok daha yaşama dönük. Ama daha beyinselliğe dönük değiller. Daha dünyaya açıklar, ama daha derin değiller. Bir şekilde bunu bir yargı yahut eleştiri olarak söylemenin anlamı yok. Dünya da sosyolojik olarak değişiyor. Ama gönül istiyor ki, hem yeryüzüne açık, hem yaşama dönük, hem daha düşünsel olabilsinler. İnanmıyorum. Eğer insanlar kendi işlerini, ellerinden geldiğince yapmaya çalışıyorlar da buna rağmen başları ağrıyorsa, o ülke geri ülke demektir. İleri, çağdaş, sağlıklı bir ülkede bu insanlar, işlerini iyi yapmaya çalışırlar. İyi yaptıklarında da ödüllendirilirler ve başarılı sayılırlar. Türkiye''de kamuya ait işleri iyi yapmaya çalışsanız da, bir şekilde o sizin işinizi iyi yapmanın dışındaki nedenlerle, sizden bağımsız nedenlerle başınız ağrıyabiliyor ve karamsarlığa düşebiliyorsunuz. Yahut cezalandırılabiliyorsunuz. Bence öyle bir Türkiye görme arzusundayım. Ama işlerini iyi yapan insanlarının, bunlardan bağımsız nedenlerle başlarının ağrımadığı bir Türkiye''ye inanamıyorum. Prof. Dr. Altan''dan bir hatıra Madalyonun öbür yüzü de var Birgün babam Çetin Altan ile Sahil Yolundaki Kalyon Otelinde yemek yiyorduk. Biz bir masada yemek yerken, bir ara babam başka masadaki kişilerle selamlaştı. Ben selamlaşılan kişinin kim olduğunu bilmiyordum. Yemeğimizi yedik. Yemek sonrası kahve içme faslında, o masaya gittik. Orada, babamın selamlaştığı kişinin de eski Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygül olduğunu öğrendim. Kahve sohbetinin bir anında babam, Kemal Aygül''e şöyle bir soru sordu: -Nazım''ı siz kaçırdınız? Babamın bu sorusuna karşılık, o da şöyle bir cevap verdi: -Solcularla tavla oynadık. Bu soru ve cevap sonrası düşündüm. Demek ki Türkiye''de, olayların kamuoyuna yansıtılan yüzüyle aslı arasında her zaman büyük farklar olmuştur. Bu anım bu açıdan önemlidir.
ÖNE ÇIKANLAR