“Antikacı” diyorlar ama ben “eskici” terimini daha çok seviyorum. Bahariye havalisinde çokça bulunan dükkânlarda geçmiş bir İstanbul dinleniyor sessizce.
Gittiğim eski mobilyaların tamir ve bakımını yapıp satan bir mağazada gördüğüm objeler karşısında, hayranlığımı gizleyemediğim bakışlarımı bıraktım geride.
Ben ahşap meraklısıyımdır. Damarlı masiflerin oymalarla süslenmiş hâllerine bayılırım. Tatlı kavislerle dönülen köşeler, iç içe geçmiş tahtaların uyumlu birleşimleri cezbeder aklımı. İncelen, kalınlaşan bir kreşendo sehpa serisinin sonunda kavuşan bacaklara, aslan pençesi ayaklara hayranımdır. Yüzyıllık avizeler, pirinç bedenli aplikler, opal abajurlar gözlerime renk, anılarıma can suyu olurlar.
Şimdiki nesillerin şanslı olanları eğer evlerinde varsa bu tarihî delillere şahit oluyorlardır. Yaşı ellilerin üzerinde olanlar ise onlarla yaşadılar ömürlerini.
Masifin o tarifsiz ağırlığı, asil karakteri ve insanı benliğinden uzaklaştıran kokusunu duyduğumda iyi hissederim kendimi. Yaşayan bir nesnenin değişik bir formda olsa bile insan hayatına eşlik edebilmesi müthiş bir olgudur... En azından benim gibi duygular besleyenler için.
Steuben camlar, konsol kâseler, nice dudakların değdiği bardaklar, ahşap klismos, hazeran ve savonarola sandalyeler, soylu dresuarlar (antre sehpaları); ihtişamlı büfeler, ince oyulmuş art deco konsollar, nice sır dolu mektuplara kapaklarını açmış olan barok sekreter masaları.
Klozone vazolar... Porselenlerin birbirleriyle olan fragile (kolay kırılma) sohbetleri. Bir zaman tünelinde gezmek gibidir itinalı bir eskici dükkânını ziyaret etmek.
Bir başka hayat alanı vardı bu masif dünyada. Ayağınızı bacağınızı çarptığınızda yerinden kımıldamadan duran ve vurduğunuz yeri morartan ahşaplardan, dokunduğunuzda dökülen sunta lam dünyasına düştü rafine beğeniler. Hayatın, hayatlarınızın tüm dokusunun meşhur günümüz ithal standart mobilya mağazalarının kalitesine dönüşmesi gibi.
Mağazayı gezerken yaşanmışlıkları aradım, sahipsiz el izlerini aradım üzerinde doğulan ve ölünen koltukların kanepelerin arasında, ceviz ve kayın, ıhlamur ve çam kokulu eşyaların nefes aldığı kadim İstanbul evlerinin o loş odalarında atılan kahkahaların, dökülen gözyaşlarının gölgeleri arasında dolandım...
Hakan Kınay