İstanbul''dan Soner Gürcü, çektiği faksında incelemeden attığı bir imzadan sonra başına gelenleri yazmış... "Kırtasiyecide tezgahtarım. Yan pasajda bulunan komşulara "şöyle bir uğrayayım" dedim. Demez olaydım. Baktım birkaç pazarlamacı, dükkandakilere bir şeyler anlatıyor. İçlerinden biri de komşumuzun arkadaşı çıktı. Bunun üzerine ben de katıldım konuşmaya. Halı yıkama makinesi satıyorlardı. Annem de ne zamandır bir makine almaya kararlıydı. Baktım fiyatlar da fena değil. 8 taksit 132 milyon. Hemen bir kenara çekilip, annemi ve ağabeyimi aradım. Onlar da "Bir bakalım" dediler. Bunun üzerine gelenleri kırtasiye dükkanına davet ettim. İçlerinden biri, evimizin adresini ve telefonunu istedi. Bu arada komşumuzun arkadaşı olan pazarlamacıya kendimi yakın hissederek dedim ki: - Bir sorun çıkmaz ileride değil mi? - Çıkmaz çıkmaz. Beğenmezseniz, bir hafta içerisinde iade edebiliyorsunuz. Çok dostça davranıyorlardı. Biz onunla konuşurken, içlerinden biri sözleşmeyi doldurmuş bile. Kibar bir dille geldi ve "Şurayı imzalar mısınız?" dedi. İmzaladım. Ama ne zaman ki imzayı atıp, belgeyi ellerine verdim. O andan itibaren iş işten geçmiş olacaktı... Akşama broşürü evdekilere gösterdiğimde beğenmediler. Ben de imza attığımı falan söylemedim. Nasıl olsa sorun çıkmıyor, istersek iptal edebiliyorduk. Kandırıldığımı nereden bilebilirdim. Sabah ilk işim firmayı aramak oldu. Ama dün imzamı isterken kuzu gibi davrananlar, şimdi kurt olmuşlardı. İptal edemeyeceklerini söylüyorlardı. Gel çık işin içinden. Üstelik adamlara güvendiğim için, evdekilere de "imza atmadım" diye yalan söylemiştim. Aldığım bir tavsiye üzerine Tüketiciyi Koruma Derneği vasıtasıyla mahkemeye müracaat ettim. Ama mahkeme bir beni mi düşünecek? O kadar sahtekarlık dosyası var ki, hangi birine baksınlar. Karar ertelenmişti. Buyur ne yaparsan yap... Firma ise oyunun kurallarını iyi biliyordu... Beni avukata havale ettiler... Avukat ile görüşmeye gittim. Avukat 132 milyonluk hesabı 160 milyona çıkardı. Ben artık yaşayan bir ölüydüm. Durumun ağabeyimden saklanacak hali de kalmamıştı. Ağabeyim kızdı ama, artık o da işin içindeydi. Ben de biraz olsun rahatlamıştım. Bir müddet sonra, avukatla görüşmeye tekrar gittiğimde, karşıma yeni bir sürpriz çıktı. O firma iflas etmişti. Şimdi avukatla başbaşa kalmıştım. Avukat "anlaşalım" dedi. Makineye 80 milyon, avukat masrafı da 20 milyon olmak üzere beni toplam 100 milyon borçlandırıp, ödemek için de 2 hafta süre verdi. O parayı bulmak için çırpınmaya başlamıştım. Bu arada 6 ay önce kendisine 20 milyon borç verdiğim arkadaşımı arayıp dedim ki: - O borcun üstüne bir 20 milyon da sen bana borç ver de 40 milyon lira gönder. Bırakın borç vermeyi, benim verdiğim borcu bile vermiyordu. En yakın arkadaşımdı ama zor anımda bana sırt çevirebilmişti. Demek dünya böyleydi. Neyse, borç dert 100 milyonu bulup avukata verdim. Sıra makineyi istemeye gelince bön bön yüzüme baktı avukat? - Ne makinesi. Senin verdiğin para, yapılan masrafların karşılığı. - Yani şimdi o kadar para ödedim, makineyi alamayacak mıyım ben? - Makineyi almak için onun da parasını ödemen gerekir. Şoke olmuştum. Eve gelip imzaladığım sözleşmeyi elime aldım. Şöyle bir baktım. Aklım başıma sonradan gelmişti. Eğer bunu, imza atmadan önce okusaydım, senet tarihlerinin sözleşme tarihinden çok geriye atılmış ve taksitleri peş peşe sıralanmış bir sözleşme aldatmacası olduğunu fark ederdim. Bir de, sıkışınca yardım ettiğim en yakın dostumun, ben sıkışınca benden yüz çevirmesi, bana insanları ve hayatı öğrenmede artı bir tecrübe olmuştu. Kısaca, düşünülmeden atılan bir imza, yaklaşık 250 milyon liraya mal olmuştu. Siz siz olun hiçbir evraka ezbere imza atmayın. En önemlisi de parasal işlerde, insanların nezaket icabı zaten yapmaları gereken gülümseme ve tatlı dillerine değil, belgelere göre hareket edin.

