“Kendisiyle ikimizin dışında her konuda sohbetler ettik. Ama baba-oğul konusuna hiç girmedik.”
Babam öylece bakıyordu bana... Aradan geçen yıllar bizi birbirimizden o kadar uzaklaştırmıştı ki o bana ‘oğlum’ bile diyemeyecekti. Tıpkı benim de kendisine ‘baba’ diyemeyeceğim gibi...
Aradaki soğuk ve anlamsız mesafe bir türlü kapanmayacak ve Necdet Bey kalan son yıllarını öylece tamamlayacaktı.
Eşinin ölümünden kendini sorumlu tutmuş, oğlunu da yetimhaneye bırakmıştı. Bu yüzden bir daha evlenmemişti. Yalnızlığını tablolarla unutmuştu. Tek kabahati, oğlunu bir daha hiç aramamış sormamış olmasıydı belki.
Hiç evlenmemiş. Gerekçesini sordum:
-Kadınlar eskisi gibi zarafet sahibi değil, diyordu.
Kendisiyle ikimizin dışında her konuda sohbetler ettik. Ama baba-oğul konusuna hiç girmedik. Orası bizim için ‘kilitli bir oda’ gibiydi.
Hava kararmaya başladı. Gitmek için ayağa kalktım. O da kalktı.
-Yemek hazırlayayım, dedi.
-Sağ olun daha sonra nasipse, dedim.
Elini sıktım. Kapıya, hatta asansöre kadar uğurladı. Sırtı dönük olarak karşıladığı asansör kapısından beni el sallayarak uğurladı Necdet Bey. Sanki için için beni gördüğüne mutlu olmuştu. Dışarı çıktığımda yağmur yağıyordu. Islandığımın bile farkına varamayacak kadar tuhaf duygular içindeydim...
Bir iki hafta daha evini ziyaret ettiğimde mutlu olduğunu daha açık görebiliyordum. Bana karşı nasıl bir tavır takınacağı konusunda hâlâ bir tereddüt yaşıyordu.
Neden bilmiyorum ama aramızda hiçbir zaman sıcak bir bağ oluşmadı. Evlendikten sonra bir süre görüşemedik...
Bir gün bayramını tebrik etmek için aradım. Bir kadın çıktı telefona... Necdet Bey’i sordum.
-Kim oluyorsunuz, dedi gayriihtiyari.
-Oğluyum, diyemedim. “Bir yakınıyım” diyebildim.
-Necdet Bey sizlere ömür, başınız sağ olsun.
-Ne... Ne zaman vefat etti, diyebildim.
-On beş gün önce... Şimdiye kadar duymuş olmanız lazımdı. Ulusal bir gazetede yarım sayfa taziye ilanı verdik ailesi olarak. Şimdi Zincirlikuyu’da aile kabristanındadır.
-Başınız sağ olsun, diyebildim.
-Sizin de...
Konuşma kısa sürdü ve telefon kapandı. Telefon elimde öylece kalakaldım.
Tam bir hafta sonra hafif atıştıran kar taneleri altında Zincirlikuyu Mezarlığı’na gittim. “Baba” diyemediğim babamın kabri başında bir Fatiha okudum, kendi ailemle birlikte...
D.Ş.-İstanbul