"... Sana mı kaldı bize can şenliği göndermek... Ben eğer can şenliği istesem kendim çocuk doğururdum. Bu yaşımda bir de elin çocuğuyla mı ilgileneceğim. Yaptığın çok ayıp, çok terbiyesizce bir şey. Üstelik bunu bir arayıp sormadan yapıyorsun. Ben kimsenin çocuğuna bakacak durumda değilim..." Yardımlaşma elbette hoş bir duygu. Ama yeri zamanı ve şekli çok önemli olmak şartıyla... Eğer bunun dozunu iyi ayarlayamazsanız, kaş yapayım derken göz çıkarırsınız. Adana''dan "Yaprak" rumuzuyla yazan okuyucumuzun hatırasında olduğu gibi... "Annemle babam, sanki bir mıknatısın iki zıt kutbu gibiydiler. Asla anlaşamazlar, anlaşamadıkları gibi birbirlerine saygı da göstermezlerdi... Hani insan biraz anlayışlı olur. Nerde?.. Her Allahın günü kavga... Her Allahın günü ağız dalaşı... Biz çocuklar olarak akşamın olmasını istemezdik. Çünkü akşam babamın eve gelmesiyle birlikte o bildik orkestra başlayacaktı... O zaman herbirimiz çil yavrusu gibi evin karanlık köşelerine, göz altından uzak yerlere sığınıp korkuyla bekleşecektik... Eğer o öfkeli anlarında ortada gözükür, ayak altında dolaşırsak mutlaka öfkeden bize pay çıkardı... İşte böyleydi bizim ailemiz... Bir gün annem çamaşır yıkamak için mi, yoksa gardırobu düzenlemek için mi, işte bir sebeple ortalığı toplarken babamın cebinden bir mektup çıkıyor... Gerisini annemden dinleyelim: "-Ceketin iç cebindeki mektubu öyle, hafiye dedektif gibi elime almamıştım. Ama gönderen bölümündeki ismi okuyunca bir tuhaf oldum. Mektup, hiç ama hiç ummadığımız bir yerden, İzmir''den Selma hanımdan geliyordu. Selma hanımın kocası Behçet bey ile eşim, amca çocukları sayılıyordu. Biz ailecek pek görüşmüyorduk ama, eşim her sene Behçet beylere gidip gelirdi. Behçet bey de gerçekten iyi bir insandı. Hanımı Selma yine öyle... Bu benim dikkatimi çekti. Baktım mektubun tarihi epeyce eski... Belki aradan bir ay geçmiş... Zaten zarf da açılmıştı. Dedim ki kendi kendime: "Bu adam, bu mektuptan bana niye haber vermedi ki?" İşimi gücümü bıraktım, zarftan çıkardığım mektubu okumaya başladım. Aman Allahım mektup zehir zemberek... Eşime hitaben yazılmış: "... Sana mı kaldı bize can şenliği göndermek... Ben eğer can şenliği istesem kendim çocuk doğururdum. Bu yaşımda bir de elin çocuğuyla mı ilgileneceğim. Yaptığın çok ayıp, çok terbiyesizce bir şey. Üstelik bunu bir arayıp sormadan yapıyorsun. Ben kimsenin çocuğuna bakacak durumda değilim..." Daha neler yazmış neler... Kan beynime sıçradı birden... Sonra geriye doğru olaylar canlandı gözümde... Ne olmuştu biliyor musunuz? Bizim beyin, yine Adana''da bulunan kardeşinin oğlu üniversite imtihanlarında İzmir''de bir fakülte kazanmıştı. Haliyle oğullarını İzmir''e göndereceklerdi. Onlar bir arayış içerisindeyken, bizim adam hemen ileri atılmış ve demiş ki: -Yahu hiç merak etmeyin. İzmir''de bizim Behçet bey var. Onlara göndeririz. Yanlarında kalırlar. Behçet beyler zaten bir karı bir koca. Hem sıkılmazlar, can şenliği olur. Hem de oğlumuza kalacak bir yer olur. Eh bizimki böyle söyleyince çocuğun ana babasının canına minnet. Onlar çocuklarının hazırlığını yaparken, bizim adam da oturup Behçet ve Selma hanıma hitaben bir mektup yazıyor: -Size falancanın oğlu filanca çocuğu gönderiyorum. Orada okul kazandı da... Hem yanınızda kalır, hem can şenliği olur." Mektubu çocuğun eline tutuşturdukları gibi, oğullarını İzmir''e gönderiyorlar. Ben o çocuğun İzmir''e gittiğini biliyordum ama, nasıl gönderildiğini bilmiyordum. Bizimki, çok işte olduğu gibi bu yaptığı işleri de bize haber vermemişti. Meğer o çocuk, elindeki mektupla gidip o adresi buluyor ve mektubu ailenin eline tutuşturuyor. Şimdi o aile ne yapsın? Çocuğun yüzüne kapıyı mı kapatsın? Ama oturup, bizimkine bir mektup yazarak, durumu düzeltmesini istiyorlar. Fakat ikinci bir hataya bakın ki, bizim bey bu aldığı mektubu hem bizden saklıyor. Hem de çocuğun ailesine gidip de: "Kusura bakmayın. Ben böyle demiştim ama aile çocuğu istemiyor. Oğlunuza kalacak başka bir yer bulun" demiyor. Mektubu elime aldığım gibi, yola çıktım. Çocuğun ailesine gittim. Durumu anlattım. Adamlar hemen çocuklarını o ailenin yanından aldılar... Ama sonuç çok üzücü olmuştu. Selma ve Behçet çifti artık bizimle alakayı kesmişlerdi. Adana''ya geldiklerinde de bize uğramadan gidiyorlardı..." İşte böyle... Babam kaş yapayım derken, göz çıkarmıştı...

