İİstanbul''dan A. Latif beyin hatırası, "Niyet halis olunca" diyerek başlıyor... "Eve geldiğimde, mis gibi yemek kokusuna ilaveten bir de tatlı telaş vardı. Kızımın sözüyle durumu anladım: - Aydoğan dayım bu akşam bize geliyor. Aydoğan bey, uzaktan hanımın dayısı sayılırdı. Aradan yarım saat geçmemişti ki, zilin çaldığını duydum. Aydoğan beydi gelen... Kapıda karşıladım. Sarıldık birbirimize... Ama daha adımını içeri atar atmaz, dualar etmeye başladı: - Yahu ne iyi ettiniz de çağırdınız beni... Nasıl da bildiniz halimi... Öyle isabetli oldu ki... "O nasıl söz, öyle şey mi olur?" falan diyerek içeri geçtik. Ama Aydoğan beyde bir gariplik vardı... Sanki üzülmüş bir haldeydi.. Yorgun gözüküyordu... Bir garip burukluk vardı... - Allah sizden razı olsun çocuklar... Ne iyi ettiniz... Şu davet o kadar ikrama geçti ki.. - Afiyet olsun dayıcığım, sözü mü olur... - Yok yok... Bu iş sizin bildiğiniz gibi değil... Allah Allah... Ani bir davet haberi, Aydoğan beyin çocukları olmadan tek başına davete gelişi, üstelik her lokmanın ardından ısrarla teşekkür ve dua edişi hayli meraklandırdı beni... Artık içimdeki merakı sormalıydım. Yabancı değildik ya... "Çok yorgun gözüküyorsunuz" diyerek soracaktım ki, o kendisi anlatmaya başladı: - Bir haftadır evde yalnızdım. Hanımı, çocukları kaplıcaya göndermiştim... Evde yalnız kalan bir adamın, evden çıkarken ne yapması lazım? Anahtarını yanından ayırmaması lazım değil mi?.. - Evet... - Bu sabah kapıyı çekip de adımımı dışarı attığımda, "Eyvah" dedim. Anahtarı içeride unutmuştum. Kızım hemen atıldı: - Sitenin anahtarcısına haber verseydiniz dayıcığım... - Aklıma geldi gelmesine ama, dedim ki, "Şimdi takip edeceğim işleri aksatacağıma, akşam dönüşte uğrarım anahtarcıya..." Akşama kadar, anahtarı unuttuğumu bile unutmuştum. Ta ki, eve gelip de buz gibi kapıyı karşımda görene kadar... Ne yapayım, anahtarcıya gittim. Bir de ne göreyim, anahtarcının bir işi çıkmış, erkenden kapatmış dükkanı, gitmiş. Kaldım mı koca sitede tek başıma... Eve de giremiyorum, nereye gideceğimi de bilemiyorum... Acıkmışım ki sormayın... Haydi açlık da neyse, bu gece nerede kalacağım ben?.. Böyle çaresiz, umutsuz, yorgun ve gerçekten aç olarak merdivenlerden inerken, kafeteryaya mı gideceğimi, markete mi gideceğimi bilemiyordum. Kararsız adımlarla yürüyordum... Birden ardımdan bir gencin seslendiğini duydum. - Aydoğan bey siz misiniz? Bakın şu hanımlar size sesleniyor... Meğer, ardımdan seslenmişler de ben duymamışım. Bana seslenen hanımların yanına giderken, yeğenimle karşılaşacağım, beni evine yemeğe davet edeceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi... Meğer hanımınız beni markette görünce, "Dayım, Aydoğan beyi ne zamandır yemeğe çağırdığımız yok. Bu akşam onu yemeğe çağıralım" demiş. Gördün mü kısmeti?.. Öyle ikrama geçti ki, bu yaşananlar unutulmayacak... Allah sizden razı olsun... Ya... Siz olmasaydınız, bu gece perişan olacaktım. He... Çok ikrama geçti... Çok isabetli oldu... Aydoğan beyi o gece misafir ettik. Odasına uğurladıktan sonra hanım yemin billah ederek. "Onun böyle bir anına denk geleceğini hiç bilmiyordum. Öyle sevinçliyim ki anlatamam..." diyordu... Gerçekten, Aydoğan beye sadece yemek ikram etmekte kalmamış, onun çok çaresiz bir anında, farkında olmadan yardımına da koşmuştuk. Ne derler, "Nasibinse gelir Hint''ten Yemen''den, nasibin değilse ne gelir elden."

