Bugünkü hatıramız yine, çok sevdiğim, elleri öpülesi değerli insan, emekli Orman Mühendisi Kenan Ünaldı beyefendiden. "Askerlik yıllarımdaydı. Görülen lüzum üzerine tümenimiz Sarıkamış''tan Erzurum''a çekilmişti. Alayımıza da Erzurum tren istasyonuna 5-10 km mesafedeki Kân köyü düşmüştü. Kân köyünde evlerin kuruluşu, hem iklim şartları hem de geçim kaynakları yönünden bir başkalık arz ediyordu. Zira bu meskenlerde ahırlar yerleşimin vazgeçilmez bölümleriydi. Zaten hayat da, senenin hemen dörtte üçü itibarıyla bu ahırlarda geçiyordu o yıllar... Öyle ki, ahırların bir kenarında etrafı açık, süslü püslü, hem de dayalı döşeli bir oturma salonu yer alıyordu. Salonun dört bir yanı çek-yat misali rahat kerevetlerle çevrelenmişti. Salonun ortasında da bardakları kıtlama şekerleri ile sürekli işlevde, bir haşmetli semaver kaynayıp duruyordu. Ahırlara, bir gerdanlık gibi az kullanılır birer ikişer oda da eklenmişti. Bu ahırlı meskenlerde bildiğimiz bir tuvalet bölümü de yok gibiydi. Ahırlar aynı zamanda birer yakıt kaloriferi gibiydi. Yakıtı da büyük ve küçük baş hayvanların ten ısısıydı. Öylesine ki, dışarının sıfır altı soğuğundan buraya can atılınca, sizi öylesine bir ılıklık sarıyordu ki, o anda burnunuza gelen kokunun sözü bile olmuyordu. Zaten az ötede kaynayan semaverin kokusu da onu bastırıyordu. Ahırlar aynı zamanda tezek dediğimiz bir ticari metaın da tek kaynağıydı. Tezek, kesinlikle sobalık değildi. Zaten o soğuğa karşı sobanın ek masrafına katlanacak aile de sanırım çok değildi. İşte bu köyde, bir arkadaşımla birlikte bana da böyle meskenlerden birisine sahip Fatma Bacı''nın ikametgahı düştü. Fatma Bacı, en büyüğü 10-12 yaşlarında dört yavrunun çileli anasıydı. Kocası sizlere ömür... Birgün eve döndüğümde, kapıya yaklaşırken içeriden gelen bir türkü sesi duydum. Kapıyı açınca da o dört çocuğun ortasında onu bir yandan yer tandırına hamur yapıştırırken, bir yandan da yanık yanık bir yerli hava mırıldanırken buldum. Yüzünden ve halinden öylesine bir mutluluk akıyordu ki, o görüntüyü bu kalem resmetmekten acizdir. Hemencecik dedim ki: -Bacı, bakıyorum çok keyiflisin. Sözüm noktalanır noktalanmaz cevap verdi: -Öyledir teğmenim. Gerçekten çok keyifliyim. -Bu keyfe sebep ne ola ki? -Bugün pazara götürüp sattığım tezek parasıyla tam 14 paket çay alıp döndüm. Ben keyiflenmeyeyim de kim keyiflensin? Artık benim geçim tasam kalmadı bu yıl... Evet böyleydi orada hayat. Bir ahırın hemen yanıbaşında olmakla birlikte birkaç paket çay ile de mutluluğu yakalamaya çalışıyordu insanımız. TGRT ekranlarında, nice gözü yaşlı insana yardıma koşan Yetiş Bacım programı ve sunucusu Seda Sayan''ı izlerken bunlar geldi gözlerimin önüne... Saygıdeğer Enver Ören beyefendinin de bizzat teşvikleriyle süregelen bu hoş programlara sanıyorum henüz Anadolu''dan davet yok. Yine umuyorum ki, Anadolu''dan da davetler alacaktır bu program. Evet, Seda Sayan, kendisininkini de ekleyerek dökülen gözyaşları ortasında, nice nice üzüntülü, sorunlu, yokluklu, maddi ve manevi çaresizlikler içinde kıvranan ocakları seriyor gözler önüne. Bu yuvalar hep umutsuzluğun karamsarlığı ile dopdolu. Gözlerinde ise Seda Sayan bir kurtarıcı. Amma bakın sizi temin ederim, onlardan daha çetin şartlar altında yaşama savaşı veren Fatma Bacı, gözyaşı değil, hem de müzik fonlu, eşine az rastlanır bir mutluluk tablosu çizebiliyor. Demek oluyor ki, kimi zaman 14 paketlik çay sahipliği bile mutluluk vesilesi oluveriyor. Ünlü psikolog Prof Mihalyi bakınız ne diyor: "Ülkelerin refah düzeyleri, mutluluğu etkilemiyor." Bu tespitin işte şahane örneği, bizim Kân köylü Fatma Bacı. O, hayatını ahırda sürdürdüğü ve ekonomik dayanağı tezek olduğu halde, hem de dört yavrunun veballi sorumluluğu omuzlarında iken, yine de mutluluk türküleri söyleyebiliyor. Sana saygılar Fatma Bacım...

