Malatya''dan Rumuz "Blue"nin hatırasını yayınlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yirmibir yaşındaki okuyucumuz, bir firmanın muhasebe bölümünde çalışmaktadır. Ailesi genç kıza, evlenmesi için sürekli baskı yapar. Askerde bulunan, annesinin dayısının oğluyla evlenmesini istemektedirler. Ancak genç kız onunla yapamayacağını hisseder. Bu sırada evlerine dünür gelir. Genç kız nasıl olduğunu kendi bile anlamadan bu evliliğe peki derler. Söz, nişan nikah ve düğün, hepsi bir haftada olur. Genç kız, arkadaşlarına bile veda edemeden kendini Ankara''da bulur. Ancak, daha ilk geceden hayal kırıklığına uğrar. Çünkü damat çok enteresan itiraflarda bulunmaya başlar. Kendisinin 35 değil 45 yaşında olduğunu, aslında bir başkasını sevdiğini ve onunla ilişkilerinin devam ettiğini, kendisinin ise henüz çaylak olduğunu vs söyler. Genç kız şok olmuştur... "-O kültürlü insan gitmiş, yerine kaba saba, ruhsuz bir adam gelmişti... Hayretten ve korkudan dilim kilitlenmişti... Sabaha kadar sadece o konuştu ben dinledim... Konuştukça zırvalıyor. Sanki bir ruh hastası... Sabaha doğru nihayet benimle ilgili fikrini söylüyor: -Seni sevmiyorum biliyor musun. Bir genç kızın, hatta artık onun evli hanımının hem de ilk gece yüzüne karşı söylenen söze bakın!. Aklıma kötü kötü şeyler geliyor. Bu adam benimle niçin evlendi öyleyse? Ne yapmak istiyor? Maksadı ne? Gerçekten hiçbir şey anlamıyorum. Hatta, o ilk gece zifaf da olmuyor. Ondan sonraki günlerde de... Bir hafta boyunca, o ayrı odada ben ayrı odadayım. Akşamları sadece kadınlarla olan ilişkilerini anlatıyor sadist bir mantıkla... Neden böyle bir evliliğe sebep olduğunu sorduğumda ise umarsız bir cevap veriyor: "- Ne yapayım? Bu senin kaderinmiş. Zararı neyse öderim. Kötü mü, ev arkadaşı olduk seninle" Sanki benim ev arkadaşına ihtiyacım var. Gündüzleri yapayalnızım. Kendi evimi kendi odamı özlüyorum. Tek arkadaşım çay ve sigara. Paranın verdiği sarhoşlukla adamın yapmadığı iğrençlik kalmamış. Görünüşteki o kültürlü insanın gerçek çehresi ne korkunç... Böyle bir duyguyla gurbet elde belirsizliği beklemek ne acı... Ailemle telefonda görüşürken duygularımı içe atıyorum. "Nasılsın kızım?" diye sorduklarında çok kısa cevap veriyorum: -İyiyim. Bu ne biçim evlilik? Nereye kadar sürecek? Gün boyu başlıyor, gece saat 03.00-04.00''e kadar sigara çekiyorum ciğerlerime. Bir hafta sonrası eve geldiğinde, çok garip bir haldeydi: -Haydi hazırlan Malatya''ya gidiyoruz. Hiçbir şey söyleyemedim. Nedenini dahi soramadım. Çünkü böyle kaba bir adama ne söylesem boştu. Daha çoğunu açmadığım valizlerimi topladığım gibi düştüm ardına. Nasıl ani bir yolculukla geldiysek Ankara''ya, yine öyle ani bir yolculukla Malatya''ya hareket ettik. Beni evimize bıraktı. Ben annem babamla kucaklaşırken zannettim ki, bir yere gitti birazdan gelecek. Nerdeee? Beni bıraktıktan sonra hiç beklemeden doğruca Ankara''ya gitmiş. Onu da sonradan öğrendim. Şimdi soruyorum cevapsız sorularımı... Ateş düştüğü yeri yakar derler. Neden böyle bir evlilik yaşadım ben? Neden beni önceden isteyen insanlar şimdi artık istemiyorlar? Bu insan benden neyin intikamını almıştı? Yoksa bu bana değişik bir sınav mıydı? Yoksa ailemin cahilliğine mi kurban gitmiştim? Döndüğümü duyan herkes değişmişti sanki. Bana bakışlar hep değişmişti. Ardından dedi kodularım başladı. Elin ağzı torba değildi. Herkes birşey uyduruyordu. Artık beni eskisi gibi ne seven vardı, ne saygı gösteren. Herşey onbeş gün içinde oluvermişti. Bu evlilikten bakire dönmüş olmama rağmen, dul damgasını yemiştim. "Kocasını başkalarıyla aldatmış da kapıya koymuşlar" diye atılan iftiralar da cabası. Onbeş gün içinde bilmediğim bir memlekette kimi kimle aldatabilirdim oysa? Yani kısaca Ankara-Dikmen, eski sevilen sayılan, Blue''yu böylesine koparmıştı aileden ve çevreden. Asılsız yalanları kolye misali dolamışlardı boynuma. Şu an ne arkadaşım kaldı, ne sevdiklerim. Bir tek eski iş yerimdeki arkadaşlarım eskisinden çok sevgi gösterdiler. Hayata yeniden dönmemi sağladılar. Ama insanlara olan güvenimi yitirdim. Onbeş günde gençlik baharımı kara kışa çevirmişlerdi çünkü...

