Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
"Uluslararası alanda tanınan bir marka olmak, ülkede en kaliteli ürünü üreten bir firma olmak... gibi ideallerim vardı. Ancak benim dışımdaki sebepler dolayısıyla yakın tarihlerdeki hedeflerime varamadım. Orada o hedeflere varmakta biraz geç kaldım." Bu röportaj hoşuma gitti Ne güzel... İşten başka şeyler de konuşmak, ne güzel... Bir dostum diyor ki, "Yeter artık hep iş iş iş... Sen artık otur şiir yaz!" Gerçekten, bir yerde sobet ederken, sadece iş konuşmamalı. Ne bileyim bir röportajda sadece mesleki açıdan konuşmamalı. Bakın bu güzel işte. Aklımdan bile geçmiyordu Çocuklukta babam doktor olmamı arzu ediyordu. Ben de mühendis olmayı istiyordum. Neden mi? Benim bir dayım vardı. O zaman teknik üniversitede okuyordu. Bir de mahallemdeki idealim olan bir Osman abim vardı. O da mühendis olmak istiyorodu. Tabii daha sonraki yaşlarda kader ticarete yöneltti bizi. Ticarette ve iş hayatında buldum kendimi. Ama idaallerle başladım bugünkü mesleğime. İlk başlarda hedefim bugün geldiğim nokta değildi. Zaten o zamanki insanlar bugünkü noktayı zaten düşünemezdi. Hedef uluslararası bir marka Uluslararası alanda tanınan bir marka olmak. Ülkede en kaliteli ürünü üreten bir firma olmak. Kendine göre sektöre bir sistem getirmiş, sektör peşine takılmış bir noktada olmak. Örnek alınan , şöhreti yakalamış bir noktaya geliyor olmak. 90''lı yılların ortalarına doğru, kendime çok hedefler koymuştum. 2000 yılına girmeden çok iyi hedeflerim vardı. Bu hedefleri 2000 yılına kadar yakalamayı arzu ediyordum. Benim dışımda sistemle ve sistem dışı ferdi yanlışlıklar sebebiyle yakın tarihlerdeki hedeflere varamadım. Orada o hedeflere varmakta biraz geç kaldım. Zamanında o hedeflere varamadım. Onu itiraf edebilirim. Tekstilin öbür yüzü Ben iddia ediyorum ki, Türkiye''deki tekstil kapasitesinin dörtte üçü fazla. Veya dörtte bir oranında randıman alınıyor. Bu alınan randıman da, gene olması gereken prestij ve imajda değil. Değişik bir ifade ile, adet olarak tatminkar olmadığı gibi prestij olarak da değil. Çok daha iyi fiatlarda çok daha iyi prestij sağlanabilirdi. Mevcut korunsaydı, sektörün içinde başarılı olmuş, doğru hedeflere yönelmiş firmaların önüne engeller çıkartılmasaydı, o firmalar çok daha mesafe kat ederler, başarılı olurlar, peşlerinden de diğerlerini sürüklerdi. Kalite düştü ve karmaşa yaşandı. Pazarlara fazla hücum edildi. Örneğin, benim elimdeki müşteriye Türkiye''den onlarca insan, hem de çok düşük fiatta teklif vermeye başladı. O müşterinin bana faydası olmadı. Ben elimde tutamadım. Zaten az olan "yetişmiş insan" sıkıntısı başladı. Benim müessesemde yirmi tane yetişmiş eleman olması gerekirken bir tane bile bulamaz oldum. Halbu ki o yirmi tanesi bir araya gelirse tam randıman alınır. O bir kişi de ister istemez kaprislere sahip olabiliyordu. İster istemez yetişmiş insan sıkıntısı başgösterdi. Bir kere, bir ülkede yatırım yapılırken gerekli olup olmadığına bakılması lazım. Gereksiz yatırım yatırım değil, hantallıkıtar. İngiltere''de Kıbrıslı bir Türkle karşılaştım. İngiliz vatandaşı olmuş. O anlattı: -Benim babam kasaptı. Ben de burada kasap dükkanı açmak için birkaç yere müracaatta bulundum. Bunlardan üç dört tanesinden ret cevabı aldım. Bir tanesinde beklemem gerektiğini söylediler. Bir tanesinde de daha cevap vermediler. - Ne demek oluyor bu? - Burada bir yerde bir kasap varken, ikinci bir kasap gerekliyse izin veriyorlar. Şimdi düşünün. Bir de bizim ülkeyi düşünün. Bir mahallede bir kasap varsa ve iyi iş yapıyorsa, hemen iki kişi daha gidip oraya dükkan açıyor. "Kimse de ne oluyor kardeşim?" demiyor. İyi eleman yok Avrupa pazarında çok mücadele verdim. Ama güzel bir imaj yakaladım. Avrupa''da BİSSE''nin çok güzel bir ismi var. Ama ismimiz oranında pazarlama gücümüz yok. Buyurun... Şu anda Avrupalı rakilerimiz zannediyorlar ki en az bir milyon tane gömlek satıyoruz. Hayır 200 binlere zor ulaşıyoruz. Çünkü, iyi bir isim kadar, müşteriye sunuşta da aynı derecede iyi olmam lazım. Bu konuda yetişmiş elemanım yok. Bulamıyorum böyle bir eleman. Avrupalıyı değerlendirmek istiyorum. Avrupalıyla çalışmak zor. Avrupalının buradaki onu yöneten kişisi, ondan daha kapasiteli olması lazım ki sözünü geçirsin. Geri planda, benim karargahımda yetişmiş eleman eksikliği olduğu için, Avrupalı insanı da çok iyi istihdam edemiyorum, çok iyi değerlendiremiyorum veyahut da onu çok iyi yönlendiremiyorum. Türkiye''nin eksiklerinden birisi de bu. ABD pazarını zorluyorum. Pazar bulmak çok zor orada. Keşke benden önce o ülkeye girmiş bir başka Türk markası olsa... Bana referans olurdu. İçimdeki ukdeler Çok önceki yıllarda, kurumsallaşmaya ve sistem oluşturmaya daha fazla önem vermem gerekirdi diye düşünüyorum. Ben çok iyi bir eğitim alamadım. En az iki yabancı dili çok iyi derecede konuşmayı isterdim. Bir de spor alışkanlığım olmasını isterdim. Bunlar bir ukde olarak hep içimdedir. Eğitim, eğitim, eğitim... Şimdiki aklım olsaydı, eğitime önem verirdim. İyi bir eğitim almaya çok önem varirdim. Ha o benden kaynaklanmayan sebelerdi. Ama keşke imkan olsaydı da, ailem bana imkan verebilseydi de, çok iyi bir üniversite mezunu olup da yurt dışında da master yapmış olsaydım. Ama yine de kendi imkanlarımla en az iki tane çok iyi yabancı dile sahip olabilirdim. Onun ihtiyacını hissetiğim zaman da vakit çok geçti. Bugün benden beklentisi olan birçok kimse var. Çok yoğun gündemim var. İster istemez bu arzularıma ayıracak vakit bulamıyorum. İlgisiz olamıyorum Çevremizde olup biten herşey bir şekilde bizi ilgilendiriyor. Bu sebeple başımıza sıkıntı da geliyor, ama orada ölçülü olmak lazım. Bakın birşey anlatayım. Bu depremden sonra karayoluyla Ankara''ya gitmiştim. Dönüşte Düzce Adapazarı arasında yol tek şeride iniyordu. Tek şeride gidilince ortalama 30 km hız yapabiliyorsunuz. Fakat bir bakıyorsunuz sağdan ikinci bir şerit kaynak oluyor. Yol da tıkanıyor. Bir hesapladım. Önümüzde bir saatte geçeceğimiz bir yol var. Orada bir şey yaptım. Arkadan gelip kaynak yapmak isteyen arabaların önünü kestim. Soluma aldığım kişiye de camdan işaret ederek, "geçirme" dedim. Tabi arkadan epey küfürler haraketler kornalar el kol işaretleri aldım. Sonra benim bu hareketimi farkeden birkaç kişi daha yardımcı oldu. O mesafeyi geçene kadar ikili şerit oluşturmadık. O bir saate yakın mesafeyi 30 km hızda dümdüz gittik. Ben tabi yol üç şeride çıktıktan sonra çok iyi biliyordum ki, çok hızlı gitmem lazım. Bir yerde önümü kesmek isteyebilirlerdi. Burada ben doğru olanı yaptım. Buna benzer tepkiler koyarken de kendimi fazla riske atmamaya çalışıyorum. Yine 12 Eylül''den önceydi. Göztepe''de kırmızı ışıkta durdum. Arkadaki araba korna çaldı. Ben de ışığı gösterdim. Biraz sonra baktım, ellerinde demirlerle iki kişi indi arabadan. Bu sefer, öbür taraftan ters istikamete giden arabaların arasına dalarak zor kaçtım. Böyle kaba insanlar da var, kural tanımayan insanlar da. Türkiye''de çok ikaz edilecek şey var ama siz yalnız kalıyorsunuz. BİSSE nasıl doğdu? "Herşey 1976 yılında 7 makineli 12 işçili bir atölye''de başlamıştı. Amaç, kaliteden hiç ödün vermeden büyümek ve bir "marka" olmaktı. Özen ve kendini aşma çabası ile 1982''ye ve BİSSE''ye ulaşıldı. Bisse gömlekleri kısa sürede seçkin yaşayanların seçtiği marka olarak tanındı." ABD Başkanı ile golf oynamak Golf oynamak benim ilgi alanıma girmişti. Çok da seviyordum. Ama maalesef ileri derecede bel fıtığı olmam sebebiyle, iki buçuk yıldır doktor izni olmadığı için oynayamıyorum. Yoksa çok da oynamak isterdim. Çok hevesliydim. Eğer bırakmamış olsaydım, şimdi gider, "Ben de adayım" diye adımı yazdırırdım. Güzel de olurdu. Clinton''la Türkiye''de golf oynayan insan olmak güzel bir şey tabii... İşten başka birşey yapın Gençlere şunu öneririm. Boş hobilerin peşinde koşmasınlar. Müzik dinlemlek kitap okumak hobi değil, ihtiyaçtır. Ama bir şey yapmak önemli. Mesela bir enstrüman çalmak. Bir roman yazmak, bir spor yapmak. Hiçbir şey yapamıyorsan en basit spor olarak yürüşüyüş yapmak. İbrahim Kefeli''den bir hatıra İşte vatandaşlık bilinci Yabancı hayranı değilim. Ama hatıra deyince hep bunu örnek veriyorum. Bundan on sene kadar önceydi. Karayoluyla Almanya''dan Hollanda''ya geçiyoruz. Bir yerde arabanın sahibi olan akrabam biraz yorulmuştu. Ben kullandım arabayı. Bana dedi ki: -Biraz sonra sınırı geçeceğiz. Yanımızda Hollanda Florini yok. Sınırı geçmeden benzin alalım. Ben de sinyal verdim. Benzinliğe giriyorum. Sinyalden sonra arkamdaki araba kıyametleri koparıyor. El kol hareketleri, selektörler falan... Bir anlam veremedim. Neyse girdim benzinciye, Adam geldi hışımla geçti önümüze. Arabadan indi. Ben de inmiştim. Geldi yanıma. Alnını dayadı alnıma. Bağırıyor ama fena bağırıyor. Birşey anlayamadım tabi. Yanımdaki Hamit abi birşeyler söyledi Almanca. Bu kez ona da bağırdı çağırdı ve atladı arabasına gitti. Dedim ki: -Ne oldu Hamit abi? Meğer ben sağa sinyal verdikten sonra, sağ tekerleklerim bir süre şerit üstünde gitmiş. Adam bana niye bağırıyor biliyor musunuz? "O şeridi niye eskitiyorsun. O şeridin parasını ben ödüyorum." diyormuş. İşte bu vatandaşlık bilinci. Yine Berlin''de bir kural var. Kışın kırmızı ışıkta duran araba kontağını kapatır. Hava kirliliği olmasın diye. Öyle bir kural getirmiş Berlin yönetimi. İşte Berlin''de cadde kenarlarında ışıklara yakın oturan yaşlı kadınlar kendilerine bir görev edinmişler. Buna uymayanları o yaşlı kadınlar tespit eder, ve ihbar ederlermiş. Onu vatandaşlık görevi sayarmış.
ÖNE ÇIKANLAR