Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
2000 yılına üç gün kaldı. Ama dünyada ne zulüm bitti ne gözyaşı dindi. Halen silahlar patlamakta Kafkaslar''da, Balkanlar''da şurda burda... Çeçen kardeşlerimize reva görülen zulmü ne kadar da kaleme alsak yaşanan acıyı, çaresizliği anlatabilmemiz imkansız. Hani derler ya, acıyı çeken bilir. "Ben bilirim Rus çizmesini!.. Ben bilirim zalimliği" diyen Ahıskalı Murtaza İzzetoğlu aynen Çeçenlere uygulanmakta olan zulüm ve işkencenin canlı şahidi olarak o günleri anlatıyor... "Ah zulüm... Ah zalimlik!.. Hangi devirde, hangi çağda olursa olsun, senden daha kara bir sayfa yoktur tarihin küf kokan yapraklarında... Sen Ebu Cehil zamanında da aynıydın, Rus General Kontroskof zamanında da aynı... Elli yıl öncesinde de zalimdin, şimdi de kan kokuyorsun... Çünkü "zulüm" denilen lânetlik şeysin sen!.. Ne sıkıntı çekilirse çekilsin, ne sefillik yaşanırsa yaşansın, senin kadar kahreden, senin kadar öldüren hiçbir şey yoktur... Kendine emânet edilen, el kadar yetim yavruya, sıcak çorba vermeyen üvey annenin yaptığı haksızlıkta da sen varsın, tahtında kalmak için en yakın akrâbasının soyunu kurutma vahşiliğinde de... Ama nerede olursan ol sevimsizsin, çirkinsin, katran renklisin!.. Çünkü zulümsün!.. Seni tarih kitaplarında da okuduk, televizyon belgesellerinde de izledik... Ama seni, hiç kimse, oniki yaşındayken çocuk dünyasında kâbus olarak yaşayan Hamid Amca kadar anlamamıştır belki de... Daha dün sayılır 1944 senesi, öyle değil mi? Öyledir elbet... O yıl doğanlar hep aramızdadır şimdi... Öyleyse fazla uzak değildir 1944 yılı... İşte o zamanlar oniki yaşında bir çocuktur Hamid. Güzel yurdumuz, biricik vatanımızın kuzeydoğusunda sınır komşusu olan Ahıska''da, hiçbir şeyden haberi olmadan kuzu peşinde koşan, bir ana kuzusudur... Bir bahar sabahıdır... Bembeyaz papatyalarla süslenmiştir yemyeşil kırlar... Güneş daha bir gülümseyerek doğmaktadır o sabah Hamid''in köyüne... Üzerlerine bir kâbus gibi çökecek olan Rus zulmünden habersiz, herkes işine gücüne gitmenin telaşındadır... İki-üç at kişnemesi yankılanır köyün damlarında... Annelerin gözleri yuvalarından fırlarken, babaların tüyleri diken diken olur belli belirsiz?.. Herkeste bir merak uyanır hemen... Nedir bu at kişnemeleri? Nerden gelmektedir?.. Önce pencerelerde perdeler aralanır. Sonra tozlu camlardan dışarıya uzanır başlar ürpererek... Köpek havlamalarına karışır nal sesleri... Ve ar dından üç el silah sesi zulüm filminin başlayacağını haber veren gong sesi gibi yankılanır köy semâlarında: - Dan dan dan!.. Ailesi ve çocuğunun derdine düşen babalar, korkuyla mırıldanır: - Eyvah!.. Bunlar Rus askerleri!?... - Köyümüzü basmışlar!.. Köyü bastılar eyvah!.. Çoluk çocuk korkuyla birbirlerine, annelerinin eteklerine saklanmaya çalışırken, evin büyükleri de çâresizlik içinde çâre arıyorlar... 2. Dünya savaşı ki, Rusya''nın en sıkıntılı günleri... Ne kadar eli silah tutan genç varsa asker... Hamid''in köyündeki gençler de hep askere alınmış... Eli silah tutan kimse yok köyde... Silahsız köy halkı, bir bölük askere ne yapabilir ki?.. Az sonra Rus askerlerinin köye niçin geldikleri belli olur. Bölük komutanı sertçe emir verir: - Herkes dağılsın!.. Köylüyü yarım saat içerisinde köy meydanında istiyorum!.. Komutan yaverlerinin haricinde bütün askerler, köydeki evlerin kapılarını dipçiklemeye ve bağırmaya başlar: - Herkes dışarı!.. Komutanın emridir, herkes dışarı!.. Yarım saat içerisinde köy meydanında olacaksınız!.. Haydi çabuuuk!.. Bu ne korkunç bir merak, bu nasıl endişe?!.. Kelimelerle tarif edilemez... Her ev ayrı bir âlem... Öyle ya, kiminde hasta var, kiminde ihtiyar... Kiminde gencecik körpe kızlar, kiminde elinin kınası çıkmamış taze gelinler... Bir dedikleri bir dediklerini tutmayan Rus askerlerine güven mi olur? Hem niçin bağırıyorlar köy meydanında?.. Asacaklar mı bizi, kesecekler mi? Ne yapacaklar!?. Bir iki evden cevap gelir askerlere: - Biz gelsek yetmez mi köy meydanına!.. Çoluk çocuğumuzun ne işi var?.. - Hayır komutanın emri!.. Kadın çocuk herkes gelecek, herkes!.. Sahi, kimdi bu Ahıska Türkleri? Niçin Ruslar, savaşın içindeyken bir de bu köylülerle uğraşmak zorunda hissediyordu kendisini?.. İşte tarih burada düğümleniyor? Tarihin sayfaları burada geriye doğru çevrilmeyi bekliyor... Önce şu kadarını söyleyelim!.. 1920''li yıllarda yapılan Türk-Rus anlaşmasıyla öyle bir sınır çıkıyor ki ortaya, akrabâ olan Ahıska köylerinin kimi Türkiye''de kimi de Rusya''da kalıyor. Tıpkı Irak sınırında olduğu gibi. Olsun!.. Ruslar için dert mi yani? Ahıska Türkleri çok mu umurlarında?.. Peki öyleyse kendi tarafında kalan bu yüz küsur köyü, şimdi ne yapacaklar? Devamı yarın
ÖNE ÇIKANLAR