"Görüyorsunuz içinde yaşadığımız olayları... Zaten binlerce çilesi derdi olan günümüz insanının ufacık dünyası, sanki korku, gözyaşı, basit çıkar ilişkileri, ahlaki normlara uymayan tutum ve davranışlarla sarılmış... Sanki insan yaşadığına yaşayacağına pişman edilmek isteniyor. İnanın kime sorsanız dertli... Kime sorsanız hüzünlü... Beden olarak içinde yaşadığı andan kopamayan insanoğlu ister istemez ''Nerde o eski günler'' diyerek hatıralarına sığınıyor..." "Ne doğan güne hükmüm geçer, / Ne halden anlayan bulunur?/" diye başlayan Cahit Sıtkı, aklından geçen "ölüm"ü düşünür ve hüzünlenir. Aslında dünyanın tadı kalmamıştır. Fakat doğan güneşi ve odasını aydınlatan nuru düşünerek yine de yaşamanın dayanılmazlığını dile getirir. "Her mihnet kabulüm. / Yeter ki gün eksilmesin penceremden." Ne olur insanların penceresinden günü eksiltmeseler. Ne olur birazcık halden anlasa insanlar. Ne olur biraz saygı biraz hoşgörü biraz sevgi taşısalar yüreklerinde... Ama nerde? Görüyorsunuz içinde yaşadığımız olayları... Zaten binlerce çilesi derdi olan günümüz insanının ufacık dünyası, sanki korku, gözyaşı, basit çıkar ilişkileri, ahlaki normlara uymayan tutum ve davranışlarla sarılmış... Sanki insan yaşadığına yaşayacağına pişman edilmek isteniyor. İnanın kime sorsanız dertli... Kime sorsanız hüzünlü... Beden olarak içinde yaşadığı andan kopamayan insanoğlu ister istemez "Nerde o eski günler" diyerek hatıralarına sığınıyor... Tıpkı İstanbul''dan Dr. Müşerref Görgan gibi... "20 yıl kadar önceydi, Afyon''da doktordum. Aynı yerde çalışan Dr. Hasan Basri bey, "Şöyle Ege tarafına hafta tatili için gitsek olmaz mı?" dedi. O eşiyle, ben beyimle arkadaşımızın arabasıyla yola koyulduk. Denizli''yi ve Pamukkale''yi görecektik. Güle oynaya Denizli''ye vardık. Parka bakan bir lokantanın kapısında güzel bir kahvaltı yaptık. Beyim dedi ki: -Ben babamın görevi sebebiyle Denizli''de doğmuşum. İlkokul 1. sınıfı da burada okudum, acaba şöyle bir yürüsek okulu bulabilir miyiz? Epeyce yürüdük, Gazi Mustafa Kemal İlkokulu''nu bulduk. Beyim sevinçle işte bu okul dedi. -Acaba biraz daha yürüsek oturduğumuz evi de bulabilir miyiz? Yukarıya sola doğru yürümeye başladık. Beyim yoldan geçen birine, "Çay başında Hızır''ın yeri acaba nerelerdedir" dedi. Tarif üzere devam ettik. Bir çeşmeye rastladık. Beyim tamam dedi, bu çeşmeyi tanıyorum. Yürümeye devam ettik. Avlu içinde bir eve rastladık. Beyim "işte bu ev" dedi. Avlu kapısını biraz ittik, kapı açıldı dördümüz de içeri daldık. Büyük avlunun bir kıyısında sedirde oturan orta yaşlı bir hanım vardı. Beyimin gözlerinin içi gülüyordu. Yavaşça, "İşte bu Ayşe teyze, Hızır amcanın hanımı" dedi. Hanım gülerek ayağa kalktı, bize sedirde yer gösterdi. Bizim kim olduğumuzu, ne istediğimizi sormuyordu bile... Selam verip teşekkür ederek oturduk. Ayşe hanım, gelinlerine seslendi. -Misafirlere şerbet getirin. Buz gibi meyve suları sıcakta pek makbule geçti. Sonra devamlı gülen beyime dönerek, "Kimlerdensiniz?" dedi. Beyim, "Siz Ayşe teyze değil misiniz?" deyince kadın daha da şaşırdı. -Evet -Ben, Yüzbaşı Vedat Bey''in oğlu Sedat Bunu duyunca hanım bir sevinç çığlığı attı. Ardından hal hatır sormalar... Anneler babalar, ölenler kalanlar soruldu, eski günler anıldı. Ardından bize iki katlı ahşap evlerini gezdirdi. Büyük depremde bir yeri çatlamamış, tavanlarda rengarenk nakışlar var. Ev tarihi ev sayılıyormuş. Sonra bize bahçe yanındaki bir evi gösterdi ve duygulu bir lisanla anlattı: -Şimdi Almanya''dan gelenlere sattık. Sen ve kardeşlerin işte bu evde doğdunuz. Bu ağacı da baban dikmişti. Atını buraya bağlardı... Teşekkür ederek ayrılacağımız zaman, öğle için bir lokanta tavsiye etmesini istedik. "Oğlum Salih sizi götürsün" dedi. Çamlarla dolu büyük bir bahçe içindeki lokantada tandır kebabı ısmarladık. Bir koca tepsi dolusu kebap geldi. "Çok bu, bunu nasıl yiyeceğiz?" diye düşündüm. Temiz havada buz gibi ayranla öyle bir yedik ki kırıntısı kalmadı inanın. Sanırım bu lokanta Çamlık veya Santral lokantasıydı. Hesabı ödeyeceğimiz zaman ikinci bir sürprizle karşılaştık: -Hesabınız ödendi efendim. Afiyet olsun. Meğer bizi getiren Salih bey bu lokantanın etlerini veriyormuş. Akşam yemeğini yine oranın en iyi lokantası dedikleri İncirali lokantasında yedik. Bu defa yanımızda benim eski okul arkadaşım, Denizli hastanesi başhemşiresi Gülten Aydeniz ve beyi de vardı. Her dakikamız mutlulukla geçti. Bu sefer hesabı beyim ödedi. Hesap şaşılacak derecede hesaplıydı. Eski insanlarda, Anadolu insanında insanlık başka. Eski günlerimiz bambaşka... Ah ne zaman yine o özlediğimiz günlere kavuşacağız bilmem ki?..

