“Bazen çelikle kaplanmış pamuk, bazen de yumuşacık pamukla kaplanmış çelik misaliydi...”
Hiç ummadığım bir anda iş bulmuştum. Hem de tam istediğim yerde. Türkiye gazetesinde. Selami Ağabey'im ile gittik. Referansım oydu. Mehmet Ağa, kitapların da, insanların da harman olduğu yer. Bilmediğim bir yer değil fakat “Ansiklopedi Ünitesini” hiç bilmiyordum. Binanın kapısından içeri girdiğim andan itibaren hayal dünyası gibiydi benim için. Derinlemesine sessizlik vardı koridorlarda.
Tabii herkes çalışıyor, bir şeylerle meşgul oluyorlardı. Tabii onlar tanıştığı için, yanlarında sessizce duruyordum. Sonra bir daktilo ve kâğıt verildi, “hadi yaz” dediler. Ter basıverdi beni. Uzun zamandır yazmamıştım. Taktım kâğıdı daktiloya başladım yazmaya. Bir sayfa kadar yazdım ama kaç saat sürdü bilmiyorum.
Meğer amirimiz İlhan Apak Ağabeymiş o… Yazdığım kâğıda şöyle bir baktı. Beğenmediği açıktı. Lakin “bir şans verelim” diye düşünmüş ki orada işe başladım.
Öyle ki, bazen çelikle kaplanmış pamuk, bazen de yumuşacık pamukla kaplanmış çelik misaliydi.
Gerekli evrakları tamamladıktan sonra başladım çalışmaya.
Oturduğum masa, İlhan Ağabey'imizin masasından kaliteliydi. Oturduğum sandalye bile.
Demirden bir masanın gerisinde, neredeyse tahtasına yapışmış vinleksle (suni deri) kaplanmış sandalyede oturuyordu. Oradan yönetiyordu servisi.
Çalıştığım 7 sene boyunca, ne bir tartışma, ne de arıza çıktı. Herkes ona saygıyla o da herkese muhabbetle yaklaşıyordu. Ve bu mütevazı ağabeyimizin yönetiminde yüzlerce ciltlik ansiklopediler çıkartıldı.
Tabii bizim kafada yeller esiyor, birçok kuralı beğenmiyordum kendimce. Ancak, şimdilerde kesinlikle hak veriyorum kendisine. Onun yerinde başkası olsaydı, daha farklı olurdu.
Tam bir naz çekme makamıydı diyebilirim... Derin hâkimiyeti, sessiz otoritesi çok hoşuma gidiyordu. “Bir insan nasıl olur da hiç konuşmadan yahut az konuşaraktan bu kadar güzel otorite koyabiliyordu” diyordum kendi kendime.
Bir gün ansiklopedide yazılmak üzere ‘daktilo’ konusunu bana vermişti de şaşırmıştım.
Tabii yazamamıştım. İleri görüşlü olduğu gibi ileri götürücüydü. Engel değil, yol veriyordu. İnsan kızmaz mı? Elbette kızar. Fakat ben açıktan açığa kızdığını hiç görmedim. 7 yıl akıp gitti. Geriye, burnumun direğine verdiği o tatlı sızı kaldı. Allahü teâlânın izni, büyüklerimizin himmet ve bereketiyle çok güzel günler yaşamama sebep oldukları için minnettarım. Size her zaman duacıyım İlhan Ağabey...
Abdülhakîm Tuncer