Dünkü hatıramızı yayınlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. 17 Ağustos depreminde yakınlarını kaybeden bir vatandaşımızdan, iki ay sonra Sağlık Müdürlüğünce ölüm tutanağı istenir. Vatandaş da, hastaneden ve mezarlıklar müdürlüğünden aldığı tutanağı götürür. Ama kabul etmezler. Bunun üzerine, yeni bir tutanak için başlar kapı kapı dolaşmaya. İlk gittiği yer kriz merkezidir. Ancak aradan üç ay geçmiş, ne merkez kalmıştır ne bir yetkili. Birilerine sorduğunda bu işi valiliğin bildiğini söylerler. Valiliğe vardığında danışmaya derdini anlatır. Danışmadan kendisini vali yardımcısı bir beye gönderirler. "Ölüm tutanaklarıyla vali yardımcısı mı ilgilenir?" pek aklı ermez ama yine de çıkar huzura. -Efendim, böyleyken böyle der ve derdini anlatır. Muavinlikte korktuğu başına gelmiştir: -Bu işin valilikle ne alakası var kardeşim? -Bilmiyorum ama öyle dediler geldik. -Hayır hayır. Siz doğruca nüfus müdürlüğüne gidin. "Ama beyefendi, beni zaten oradan gönderdiler" diyecek olur. Ama yutkunmak kalmıştır ona... Çaresiz çıkar dışarı. Ama bu işin mutlaka çözülmesi lazım. Sonra aklına gelir: -Yahu acaba mezarlıklar müdürlüğünden rica etsem, daktilo ile doldurulmuş böyle bir evrak alamaz mıyım? Bu duyguyla perişan bir halde İstanbul''a geri döner. Sonra beni aradı bu vatandaş. Çünkü yakınımdı. Cenazenin defninde muameleleri ben takip ettiğim için birlikte kalkıp Küçükçekmece mezarlıklar müdürlüğü ne gittik. Müdür Ebubekir bey bizi hemen tanıdı. Kendisine "Ölüm tutanağı lazım olmuş da, onun için geldik" dediğimizde şaşırdı: -Ölüm tutanağı almamış olamazsınız ki siz. Çünkü ölüm tutanağı olmadan defin işlemi yapmıyoruz. Sizin defin işleminizi yaparken ölüm tutanağını da mutlaka istemişizdir. -Evet, cenazelerimizi hastaneye getirmiştik. Sonra hastaneden ölüm raporu aldık. Size getirdik. Siz de gerekli muameleyi yaptınız. Fakat bize bir başka tutanak lazımmış Ebubekir bey. -Bak kardeşim, benim bildiğim ölüm tutanağı bir tanedir. O da zaten elinizde. Bu sırada vatandaş dostum araya girdi: -Şey, bir de illa ki daktilo ile istiyorlar. Şu evrakı dolduracağız. Ebubekir bey iyice şaşırmıştı. -Bilgisayarla da olmuyor muymuş? -Hayır efendim. Ne elle kabul ediliyor ne bilgisayarla. İlla ki daktilo ile olacakmış. Dudak büktü Ebubekir bey. "Bizdeki daktilolar depoya atıldı. Bilmem kullanılanı var mıdır? Derken, zile basıp memuru çağırdı. Hem bizim ölüm tutanağının kaydı bulunan kütük defterini istedi. Hem de, çok garip bir şekilde dedi ki: -Eski daktilolar nerde? -Depoda efendim. -Siz ordan çalışabilecek olan bir tanesini getirin. Memur birşey anlamamıştı ama emir emirdi. Daktilo gelene kadar, biz de kütükte kaydı bulduk. Ölüm tutanağı, numarası, mezar yeri vs. hepsi kayıtlı. Ama hiç mühim değildi. Nüfus müdürlüğünün istediği daktilolu evrakı doldurmak önemliydi. Gele gele eskimiş, tozlanmış bir daktilo geldi. Bürokrasimizin sayesinde, masanın üzerinde duran bilgisayara inat, daktiloyu tekrar masaya koyduk. Arkadaşım gözlerime baktı. "Şimdi daktiloyu kim kullanacak?" der gibiydi. "Merak etme" dedim. "Eskiden hep bunlarla yazardık. Unutmadıysak yazarız." Ağlanacak halimize gülerek, tozlanmış daktilonun şaryosuna evrakı taktım. Yaklaşık on yıldan beri bilgisayar kullandığım için daktilo ile yazmayı unutmuşum nerdeyse. Pat küt tuşlara vura vura bir sayfalık tutanağı doldurmaya başladık. Birkaç satır yazdığımızda baktım, istenen bilgiler mezarlıklar müdürlüğünde doldurulan tutanaktaki aynı bilgileri içeriyor. "Hayret birşey" diye boynumu büktüm. Aradaki fark sadece daktilo ile yazılmış olacaktı. Neticede arkadaş, daktilo ile yazılı tutanağı götürüp nüfusa veriyor. İtiraz yok. Çünkü alışılagelmiş bir tarzda. Daktilo ile yazılmış. Teslim ederken soruyor arkadaş: -Bakar mısınız? Bu tutanak, kabul etmediğiniz önceki tutanaktaki bilgilerin aynısı. Aslında arkadaş, "Neden bizi boşu boşuna bir kere daha yordun?" demek istiyor. Ama aldığı cevap çok ilginç: -Daktilo ile yazılmış olması lazım, daktilo ile!..

