İstanbul''dan Osman Murat Öztürk şöyle başlıyor hatırasına, "Türkiye''de yaşayıp SSK''ya bağlı olup da, bu kurumdan dertli olmayan yoktur sanırım." Ardından hatırasına geçiyor: "Geçtiğimiz yıl, dayanılmaz göğüs ağrıları ve nefes darlığı sebebiyle, acilen, evime yakın bir özel hastaneye gittim. Zatürree teşhisi konuldu ve yatak istirahati verildi. Ertesi gün işyerimden izin alsam da, "Belki rapor gerekebilir" düşüncesiyle sevk yaptırıp eve döndüm. SSK hastanelerindeki kuyrukları da bildiğim için erkenden kalkmak niyeti ile yattım. Şirinevler''de oturduğum için, bana en yakın SSK Bakırköy''de idi. Oraya gittim. Sabahın erken saati ki, dışarıda hava donduruyor... Sanırım kar yağacak. Poltoma biraz daha bürünerek muayene için fiş sırasına girdim. Sıra bana geldiğinde görevli memur yüzüme bile bakmadan hoyrat bir dille cevap verdi: -Sana biz bakamayız. Sen Küçükçekmece SSK''ya gideceksin. Dışarıda hava buz kesiyor. Benim hastalığım zatürree. Ama derdini kime anlatacaksın? Yeniden düştük yollara. Araya sora Küçükçekmece SSK''ya ulaştım. Sil baştan yeniden fiş sırasına girdim. Sıra bana geldiğinde oradaki memur da Bakırköy''dekini aratmadı sağolsun: -Biz sana bakamayız. Osmaniye SSK''ya gideceksin. "Ama efendim, ben Bakırköy''den geliyorum. Oradakiler burayı söylediler" diyecek oldum. Sözüm ağzımda yarım kaldı. Memur yönünü çoktan bir başka vatandaşa çevirmişti bile. O perişan ve hasta halimle yeniden yollara koyuldum. İstikamet Osmaniye SSK polikliniği. Burası nerededir? Oraya nasıl gidilir? Hiç bilgim yok. Kendi kendime, "Hey gidi sigortalım hey. Otomatikman primini öde, ama hastalandığında sana gösterilen ilgi işte bu kadar" diyerek yürüdüm. Yol bilmemek de kötü. Rüzgarda daha fazla kalıyorsunuz. Çaresiz, araya sora, o araçtan inip ötekine binerek Osmaniye''yi de buldum. Fiş kuyruğu zaten kalmamıştı. En sonlara kalmıştım. Bekledim ki sıram gelsin. Muayene sıram geldiğinde, muayene olup olamamam, yine oradaki memurun iki dudağı arasında. Oradaki memur ne dese beğenirsiniz: "-Kardeşim sen yanlış gelmişsin. Burası sana bakmaz!" Cinnet geçiriyorum artık. Hiddetle "Yahu karar verin artık. İstanbul''da dolaşmadığım poliklinik kalmadı. Kim bakacaksa baksın bana!" diye bağırdım. Bunun üzerine memur, diğerlerinin ilk başta söylemesi gereken izahatı yaptı ve dedi ki: "Beyefendi, siz ancak çalıştığınız iş yerine en yakın SSK hastanesinde muayene olabilirsiniz. Burada sadece eş ve çocuklarınız muayene olabilir" Cevabı geç de olsa almıştım ama, hastalıkta da alacağımı almıştım. Artık gözümde ne muayene olmak vardı ne rapor almak. Sıcak yatağıma bir kavuşsaydım, başka bir şey istemiyordum. Bir insan, vatandaş ancak bu kadar rezil edilebilirdi. Bir insana eziyet bu kadar olurdu. Sonra hatırıma şu olay geldi. 1988 yılında Çapa Tıp Fakültesi''nde rahmetli kardeşim için Acil Servis''in önünde beklerken, geç saatlerde karşımızdaki Çocuk Acil''in önüne bir taksi yanaşmıştı. Yaralı bir adamı getirdiler. Meğer taksi bu adama çarpmış. Hemen hastaneye getirmiş. Ama o telaşla hasta acil servise götürülürken, adam aradan sıvışıp kaçmıştı. O kaçmıştı ama, ondan daha vahimi az sonra yaşanacaktı. Acil''deki yaralı adamı az sonra getirip koridordaki banka bırakmasınlar mı? "Ne oldu?" dediğimizde, "İlk müdahale için gerekli parası yok" cevabını vermişlerdi. Bu nasıl mantıktı böyle? O esnada, orada bekleyenler, hiç tanımadıkları bu insan için aralarında para toplayıp, yeniden acil servise dönmesini sağlamışlardı. Yine o yıllarda İsviçre''de çalışan bir Türk işçisi, yıllık izin için Türkiye''ye geldiğinde hastalanmış, izninin sonuna doğru İsviçre''deki işverenine "Gelemeyeceğini, hasta olduğunu, izninin uzatılmasını" telgrafla bildirmişti. Ne olmuştu o zaman biliyor musunuz? İsviçre hükümeti, özel bir uçak kaldırarak Türk işçisini alıp kendi ülkelerinde tedavi ettirdiler. Bunun sebebini soran Türk gazetecilerine de, "Her ne kadar bu işçi bizim vatandaşımız değilse de, sıhhatli zamanında devletimizin kalkınmasında çalışan dişlilerden birisi olduğu için hastalandığında bizim hükümetimize düşen, bu işçimizin tedavisini ve bakımını sağlamaktır" demişlerdi. İşte insana verilen kıymet için iki örnekti bunlar.

