Hatırayı okumaya geçmeden önce, şöyle kendinizi bir düşünün. Sofraya oturmuşsunuz, yemektesiniz. Ama karnınız tıka basa dolduğu halde, iştahınız kesilmemiş. Yedikçe yiyorsunuz ama doymuyorsunuz. Ne yapardınız? Allah kimseye böyle bir dert vermesin diyerek, Balıkesir''den Sağlık memuru Aslan Tosun''un amcasıyla ilgili bizzat şahidi olduğu hatırasına geçiyoruz. "Babamın amcasıydı bu adam. Köyümüzde doğmuş, köyümüzde büyümüştü. Sağlığı gayet yerinde bir insandı. Köydeki herkes gibi o da bağında bahçesinde, çiftinde çubuğunda çalışır geçinir giderdi. Yalnız bu adamcağızın kimsede görülmemiş bir derdi vardı ki sormayın. Bu adamcağızın karnı doymuyordu. Yanlış anlamadınız. Evet karnı doymuyordu. -Canım otursun sofranın başına, hapşırıncaya, tıksırıncaya kadar yesin!.. -Ne kadar yerse yesin. İsterse çatlayıncaya kadar yesin, hiç önemli değil. Önemli olan karnının doymasını hissetmek değil mi? İşte bu adamcağız da doyma hissi yoktu. Az yesin çok yesin, hangi vakitte yerse yesin bir türlü karnı doymuyordu. Sofraya oturduğu zaman herkesin iki katı yemek yediği halde, yine de sağına soluna bakınır ve yarı utangaç bir şekilde mırıldanırdı: -Acep biraz daha yiyecek birşeyler var mı? Nerde olursa olsun aklı fikri hep yemekteydi. Biz, yaz tatilinde köye gittiğimizde, bizi kucağına alır, sever okşar sonra da derdi ki: "Okuyun, çok para kazanın. Bol paranız olsun da çok yiyin!" On yıl önce vefat etti babamın amcası. Ölüm döşeğinde aklına ne esiyorsa onu istiyordu. Yani ölürken bile açlık çekiyordu adamcağız. Allahım kimselerin başına veme!.. Bir gün tutturup "Canım karpuz istiyor, gidin kasabadan alın da gelin!" derken, bir diğer gün "Canım et istiyor, bulun getirin çabuk!" diyerek ortalığı birbirine katardı. Köy kasabaya hayli uzak. Kış günü vasıta yok. Zavallı oğlu, yine de babasının son arzusudur diyerek düşerdi yollara. O kadar mesafeyi yaya olarak gider, gelirdi. Ne yapsın hem babası hem de hasta. Hasılı, en ibretlik şey, daha sonra olurmuş derler ya. Ölürken bile zor ve acıklı bir halde can verebilmiş. Hane halkı, başında Kur''an-ı kerim okurken bile o bas bas bağırmış: -Açım ben açım. Niye bana birşey vermiyorsunuz!.. Açım!.. Bu şekilde feryat ede ede, doymadan gitmiş bu dünyadan. Tatile gittiğimde bana anlattılar. Ben de bunun sebebini babama sordum. Önce cevap vermek istemese de, ısrarım karşısında anlattı babam: "Yıllar önceydi. O zaman biz çocuktuk. Bu ölen amcamdan başka üç amcam daha vardı. Dedem de o zaman hayatta idi. Sağdı ama bayağı yaşlıydı. Bizim yanımızda kalıyordu. Evlerimiz ayrıydı ama çok yakında kalıyordu. Hiç unutmam bir Ramazan günüydü. Hepimiz oruçluyduk. İftar yaklaşmıştı. Mevsim yaz olduğu için hem acıkmış, hem çok susamıştık. Bu amcamın evinden yemek kokuları geliyordu. O günlerde amcamla dedemin arası da pek iyi değildi. Ne ise dedem ona kırılmıştı bir konuda. Yaşlılığın ve orucun etkisiyle, yemek kokusunu da alınca, kendisi küs olduğu için beni yanına çağırdı: -Sor bakalım gelin ne pişirmiş, burnuma güzel koku geldi. İftarda bize de bir tabak gönderiversin. Ben de aynısını, yüksek sesle amcamlara tekrarladım. Daha yengemin cevaplamasına fırsat vermeden cevabı yapıştırdı amcam. Hem de babası için söylüyordu: -Söyle ona! Yemek yok. Zehir zıkkım yesin! Hepimiz çok üzülmüştük. Ne iştahımız kalmıştı, ne iftar tadımız. Ama asıl üzülen, doksanına merdiven dayamış dedemdi. Kırılmış, gücenmiş üzülmüş, gözlerinden sicim gibi yaşlar boşalmaya başlamıştı. Dudaklarından dökülen o sözleri benden başka kimse duymamıştı. "Allah senin karnını hiçbir zaman doyurmasın oğlum!" diye inlemişti dedim. O günden sonra, amcamın karnının doyduğunu görmedik. Ben de dedemin söylediği o sözü şimdiye kadar kimseye söylemedim. Şimdi sen sorduğun için anlattım. İşte amcamın karnının doymamasına sebep. Şimdi anladın mı?"

