Kocaeli''den Bekir Kale isimli okuyucumuzun hatırasını yayınlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yıllar önce daha kendisi çocukken Almanya''ya işçi olarak giden Mehmet Çavuş''tan söz eder okuyucumuz. Öksüz olarak büyüyen Mehmet Pehlivan olarak sırtı yere gelmeyen bir yiğittir. Askerliğini yapıp geldikten sonra da Mehmet Çavuş olarak anılmaya başlar. Almanya''ya işçi olarak giden Mehmet Çavuş, köyüne her izne gelişinde bir çift çorapla dahi olsa tüm köylüye hediye getirecek kadar alicenaptır. Yıllar sonra emekli olup İzmit''e yerleşir. Okuyucumuz da mesleği gereği İzmit''e tayin olmuştur. Artık hemen her pazar ziyaretine gider. Ve bir gün sohbet esnasında oturduğu daireyi göstererek, "Çok acılar çok sıkıntılar çektim ama bu beton yığınları kadar hiçbir şey gözümü korkutmadı benim" der. Bu söz 16 Temmuz 1999''da çok anlamsız bir sözdür... "Ben bu sözü anlamadığım için, başka konulara geçmiştim.: -Mehmet amca, bak sen kendi ağzınla söylüyorsun ayda ikibin markın hanımınla size çok geldiğini. O zaman neden bir fırsatı değerlendirmiyorsun? -Nedir o? -Hiç olmazsa bir ihtiyacı olan fakir talebeye burs ver. Mehmet amca, cevap vermeye fırsat kalmadan hanımı bu teklifime tepki göstermişti: -Olmaz öyle şey. Mehmet amca ise hanımına kızdı: -Ne demek olmaz. Artık gerçeği gör hanım. Yaşlandık biz yaşlandık. Hergün biraz daha ölüyoruz. Hatta bir şeyler yapmak için geç kalmaktan kork. Asıl bizim para vermeye ihtiyacımız var... Evlerinden ayrıldığımda halen aralarında bu konuyu konuşuyorlardı. Mehmet amcanın elini öpüp ordan ayrılırken kalbim buruktu. Tam üç hafta ziyaretine gidemedim. Günlerden 16 Ağustos 1999''du... Marmarayı sarsan, binlerce aileyi perişan eden o cehennemî geceden bir gece önceydi. Erken gelmiştim eve. Saat 22.30 gibi bir telefon geldi. Mehmet amcanın sesiydi bu: -Oğlum, bahsettiğim talebe için yılda ikibin mark burs vereceğim. -Ciddi misin Mehmet amca... Allah razı olsun senden. -Hanımı bir ayda zor razı ettim oğlum. Sabahleyin gelip parayı alabilirsiniz. -Çok ama çok teşekkür ederim Mehmet Amca. -Yalnız senden bir ricam olacak. Yarın gelirken, burs vereceğim çocuğu da beraberinde getir ki, bir göreyim yüzünü. -Hay hay. Onu merak etme. Talebeyi getirecek ve sizinle tanıştıracağım. Telefonu kapattım. Yıllar bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Yine ağalığını göstermişti Mehmet amca. Hanımını bir ayda ikna etmesi ayrıca onun kalenderliğindendi. Yoksa, "Olacak bu iş!" dese kim ne diyebilirdi? Ama o yine de bir ay boyunca hanımını ikna etmeye uğraşmış, onun da gönlünü hoş tutmuştu. Kaderimizin bizi nereye çektiğini bilemezdik. Dört saat sonra herşeyin allak bullak olacağını da... O gece herkes gibi biz de meçhul bir yarın için yatağımıza uzanmıştık... Saatler 03.02''yi gösterdiğinde meydana gelen ve bir türlü geçmek bilmeyen o sallantıyı anlatmaya gerek var mı? Küçük kıyamet mi kopmuştu ne? Sokaklara fırladığımızda halen zangır zangır titriyorduk... Hava aydınlanınca, şaşkınlığın yanı sıra insanlık görevlerimizi hatırlamaya başladık. Öyle ya, depremden kurtulduğumuza göre yardıma ihtiyacı olanlara yardıma koşmalıydık. Önce insanın aklına yakınları geliyor elbet... Kim vardı benim İzmit''te yakınım olarak... Mehmet amca vardı ya... Mehmet amca... Dün telefonla görüşüp, bu sabah buluşacağımızı söylediğim Mehmet amca... Adımlarımı onun korktuğu beton yığınlarına doğru sıklaştırdım. Her adım attıkça, onun sözleri daha bir anlam kazanıyordu beynimde... -Ben bu beton yığınları kadar hiçbir şeyden kormadım... Bu beton yığınları ne kadar acımasızmış meğer... Yaklaştığım her metrede O''nun bir akşamki acelesini düşünüp "Acaba?" dedim. Depremden en az etkilenen bölge İzmit merkezi olmuştu ama diğer ilçeler bu kadar şanslı değildi. Caddenin başına vardığımda, yerle bir olan o ihtişamlı bina ile birlikte anladım ki Pehlivan Mehmet de hayatında ilk defa yenilmişti. Hem de çok korktuğu betonlara... Burs vereceği talebe ise ilk ziyarette, ona söz verdiğim gibi mezarı başında benimle birlikte oldu... Ne diyeyim ruhun şad olsun Mehmet amca.

