Özellikle ülkemizde milyonlara göre hiçbirşey ifade etmeyen, ikinci bin yıla gireli üç gün oldu. Enteresandı, 2000 yılına girerken dünyada havai fişekler ve ışık cümbüşleri getiriliyordu ekranlara. Bizde ise deprem bölgesindeki yanan çadırların alevleri vardı. Biz de çadırlarımızda önlenemeyen yangınlarımızla karşıladık şu milenyum denen bin yılı... Biz gerçekten bambaşka bir milletiz. Her şeyde mutlaka orijinal bir farklılığı yakalarız. Geçtiğimiz bin yılın sonlarında özellikle 950''li yıllardan sonra insanlık hızla bilime ve teknolojiye endekslenmişti. Doğruydu. Dünya hızla çağdaşlaşmış değişme trendine girmişti. Ama biz farklıydık. Nasıl fakrü zaruretten havai fişek yerine çadır yakarak çağa ayak uydurma sevdasından vazgeçmiyorsak, çağın değişiminden de nasibimizi alacaktık. Ne yapalım, onlar hayatı ve yaşama şartlarını değiştirirken, biz de hiç harcama ve emek gerektirmeyen huylarımızı değiştirdik. Bu orijinal değişimde sloganımız hazırdı: "Geçti devirler babam. Şimdi devir değişti." Abooo, meğer ne kadar hazırmışız değişime... Önce "utanma" duygumuzu unuttuk çok çabukça. Ardından, "Ayıp olur"u eskitip çöpe attık. Sonra "saygı" denen sıkıcı davranıştan el etek çektik. Artık değişmek çok kolaydı. Nasıl olsa artık kimse kimseden çekinmiyor, kimse de kimseye karışmıyordu. Şimdi sıra gelmişti özgürlüklerimize. Özgür olmalıydı herkes. Artık analar dizini dövse de kızını dövemeyecekti. Tabii ya, artık kaynana yanına gelin mi gelirdi? Kadınlar kocalarının vesayeti altında devam edemezdi evliliğe. Herkes evlilikte aynı hakka sahipti. Aaa, daha sonra evlilik de demode oldu. Birliktelik daha kolaydı. Ardından "Hayatın tadını çıkartmak" girdi dünyamıza. Bilmiyorum hayatın neyini çıkardık ama herkes tadına varmaya kilitlendi. Hayatını yaşa da nasıl yaşarsan yaşa. Ve ardından bir hengame. Aman Allahım o insan denilen varlık nasıl da değişivermişti böyle. Herkesin gözünde ihtiras, herkesin acelesi var. Herkes öfkeli, herkes telaşlı... Kimsenin kimseyi gözü gördüğü yok. Herkes dünya denilen bu tat alınası yerden birşeyler kapmanın peşinde. Ne kadar çok alırsa o kadar iyi... Ve bir yarış başladı. Babasının oğlu da olsa kimsenin gözünün yaşına bakılmadığı bir yarış. Böylesi bir yarışta, hangi insan bir başkasına yardım için zaman ayırabilirdi ki... Bir yaşlının kolundan tutup trafikte karşıya geçirmek... Bir hastayı ziyaret etmek... Bir çaresizin sesine kulak vermek... Bunlar, aptal ve melankolik insanların yapacağı saftorik hareketten öteye dudak bükülüp geçilecek davranışlardı. "İyilik" denilen iyi kavramı defnettik. Artık zamanla yarış vardı. Artık, "Hayatta kalabilmek ayakta kalabilmek"le eş değerdi. Herkes kendini bu gerçeğe göre ayarlamalı ve "değişim" denilen o sihirli kavramın kuyruğundan yakalamalıydı. "Kültür, gelenek, görenek" denilen kavramlar neyi ifade edecekti bundan sonra? Sürekli yeninin peşinde koşan, şöyle sakin bir şekilde oturup yeme ve içmeye dahi zaman bulamayan milenyum insanı, bırakın ilgilenmeyi... Bu kapıları aralayıp da o dünyaya şöyle göz bile atamadı. Yüzyıllardır damla damla biriken engin güzellikler hazinesi kültürel tarihimiz, Titanic''in batışı gibi tarihin okyanusunda yok olup gitti. Ondan geriye kalan filikalar sadece yeme içme ve eğlenmeydi. Bir baktık ki, onlar da değişmiş. Isırmak için elimize aldığımız pideler dönerler hamburger olmuş. Müzik ve danstan başka eğlence kalmamış. Sporumuz bile ayağa düşmüş futbol olmuş. Aman Allahım, şöyle geriye dönüp baktığımızda biz bile anlamamışız nasıl değiştiğimizi. Biz bile tanıyamamışız dünkü halimizi. Sonra 2000''li yıllar... Ve ortaya çıkan sonuç: Dünü bilmediği gibi yarından da habersiz, "Acıma" ve "merhamet" I tanımayan... "Sevgi - saygı" gibi romantik duygulara pas geçen...Hiçbir amacı olmayan, hayattan da hiçbir tat almayan, alabildiğince öfkeli, alabildiğince hırçın, alabildiğince özgür ama bir o kadar sahipsiz, milyonlar içinde yapayalnız bir tip çıkmış karşımıza. Bekle milenyum... Bu insan tipi şimdi sana geliyor, bekle!..

