Sizin de kulağınıza çalındı mı hiç? FM istasyonlarında Sezen Aksu'nun sesinden nağmelenip duran bir şarkı var: "Herşey mal mülk, her şey para pul/ Dostlukmuş, sevgiymiş ara bul!" Günümüz insanının özetleyen iki mısra... İyi ama, bunda hata hep günümüz insanında mı? Hiç mi bizi eğiten, yöneten veya yönlendirenlerin kabahatı yok? Yüksek Orman Mühendisi Kenan Ünaldı beyefendinin hatırası, sanırım bu soruya verilecek güzel cevaplardan birisi... "Bizim zamanımızda Haziran döneminde mezun olan üniversiteliler, otomatikman yedeksubay okuluna kabul edilirlerdi. Ben devlet hesabına yatılı okuduğum için teşkilatım, Haziran-Eylül ayları süresince bana bir kurumda staj mahiyetinde hizmet yaptırdı. Müdürüm bana görev veriyor, ben de sonucunu, hazırladığım bir rapor veya plana bağlıyor. Altına da "Y.O.Müh." ünvanı ile birlikte imzamı atıp takdim ediyordum. Birgün müdürüm beni makamına çağırdı. Son derece resmi ve öfkeliydi. İmzamın hemen üzerinde bulunan ünvanımdaki "Müh" yazısını göstererek konuşmaya başladı: -Bu mühendis demek. "O" harfi de orman mühendisi olduğunu gösteriyor. Peki "Y" harfi nedir? Anlamamış olmasına şaşırmıştım. Ama yine de cevap verdim: -Efendim, o "Y" harfi de "Yüksek " anlamnına gelir. Yani Yüksek Orman Mühendisi demektir. Alaycı bir gülüşten sonra yeniden eski asabi haline büründü. Sonra kalemliğinden kocaman bir kalem çekti. Benim yazdığım "Y" harfinin üzerine büyükçe bir çarpı işareti atarken öteki elinin baş parmağı ve şehadet parmağını birbirine sürterek; ve o kolunu burnumun hizasına kadar kaldırarak dedi ki: "-Var mı bu?.. Eğer o varsa, yüksek de sensin, daha yüksek de... Gerisi hikaye!" Sonra da yüzüme bile bakmadan kapıyı gösterdi. Çiçeği burnunda bir yüksek mühendisim, ilk görevim ve de ilk amirim karşısındayım. Düşünebiliyor musunuz durumumu?.. Amirim bana, herşey para diyordu, gerisi laf... Gönül isterdi ki bu ağabeyim bana parayı putlaştıracağına namuskârane çalışmanın yollarını gösterseydi, unutamayacağım ilkeler sunsaydı. Hem bu dünya sadece maddi unsurlarla mı dönüyor? Bunun bir de ötesi, bir hesap günü yok mu? Ne var ki böyle sorulara müdürümün felsefesinde cevap yoktu. Bu anı nereden mi hatırıma geldi? Dünyanın ünlü zenginleri listesinde yer alan hemşehrim Sakıp Sabancı'nın gazetelerde çıkan 50 maddelik "Başarının altın kuralları"nı okuyunca birden o müdürümün parmaklarını birbirine sürtüşü geldi gözlerimin önüne... Başarının kuralları bu elli altın maddeyi, o acı hatıranın etkisiyle dikkatlice okuduğumda gördüm ki hepsi müdürümün felsefesi ile "Başarıyı para ile mükafatlandırın" maddesinde toplanan buram buram maddiyat kokmaktadır. Yani Ağa'mız da parmaklarını birbirine sürterek (para para para) öğüdü vermektedir. Başarıya motive etmek ne kadar güzel... Başarmak ve kazanmak!.. Kimseye muhtaç olmamak elbette güzel... Ama bu başarıda, bu kazanmada amaç ne? Amaç sadece yiyip içip, hayattan zevk almak mı? Hiç mi ötelere yönelik amaç yok? Ne olurdu bu elli altın maddeye bir maddecik daha ilave edilseydi ve denilseydi ki: "Dünya hayatının nimetlerine mukabil, aman ha Ahiret hayatının güzelliklerini ve önemini de unutmayın!" Sanki maneviyat her türlü maddiyatın kölesi? Peki maneviyatımız ne zaman hatırlanacak? Malı mülkü bırakıp gidenlerden hiç mi ibret almayacağız? Dostluk, sevgi, saygı, hoşgörü sadece sözlüklerde mi kalacak? İnsanlık veya büyüklük sadece parayla mı ölçülecek? Şu kadarını söylemek gerekirse, başarının kuralları elli olabilir, yüz olabilir, milyon olabilir... Ama ne kadar olursa olsun hepsinin sonuna bir ilave daha yapıp "Bunlar insanlara yardım ve iyiliği, ahireti ve Allah rızasını kazanmaya dönük olmadıkça, hiçbir kıymet ifade etmezler" ibaresi yer almamış ise, sonuç "Sıfıra sıfır, elde var sıfır"dan ileri gidemez.