Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Bu haftaki konuğumuz, Türkiye''de Fantezi Müziğin öncüsü Coşkun Sabah: Benim sanattaki en büyük kozum olan udumu bırakmayı asla kabul etmiyordum. Çünkü ben mesleki otoritelerce, "Değil Ortadoğu''da, dünyada udu en iyi çalan kişi" olarak kabul ediliyordum. O gece gözüme uyku girmedi... O anı hiç unutamam, diyor Coşkun Sabah... Daha 19 yaşındaymış. Sürekli kulağı radyoda saz sanatçılarının ismini dinlermiş. Örneğin: "-Mustafa Sağyaşar''dan şarkılar dinlediniz. Çalanlar: Cavit Peksayar, Niyazi Sayın, Hüsniye Özener, Necdet Yaşar..." "Bu isimlerden biri olmak benim için erişilmesi güç bir hedefti." diyen Sabah için birgün hayatının en büyük fırsatı doğuyor... "İstanbul Radyosunda imtihan açıldı. Kayıtları yaptırdık. Eğer kazanırsam ben de o isimlerden biri olacağım. O zaman rahmetli annem ve babamın evinde kalıyordum. Para da kazanmıyordum. Talebeydim. Gün ışıyana kadar döndüm durdum yatakta. Çünkü, kendime seçtiğim en büyük hedefti. O geceyi unutmam mümkün mü? Hani derler ya gözüme uyku girmedi. Benim gerçekten sabaha kadar gözüme uyku girmedi inanır mısınız?" İnsan mesleğine aşık olursa elbette gözüne uyku girmezdi. Ve o gece gün ağarana kadar gözüne uyku girmeyen genç Coşkun, imtihanı kazanıyor ve 1980 yılına kadar tam 6 yıl İstanbul Radyosunda ud çalıyor. Ne var ki, 1980 yılında şarkıcı olunca, üzülerek de olsa radyodan "Devlet Korosu Klasik Türk Müziği Ud Sanatçılığı" görevinden istifa ediyor. Sesinin farkında bile değil... İnsanı, bu derece heyecanla girdiği mesleğinden istifa ettiren sebep ne olabilir ki değil mi? Biz de bunu soruyoruz fantezi müziğin öncüsü Coşkun Sabah''a... Meğer o sesi yok mu o sesi... Bakın ne işler açıyor Coşkun Sabah''ın başına... "Öncelikle bu soruyu sorduğunuz için kutlarım. Bakın nasıl oldu bu anlatayım... 1980 yılına kadar hem radyoda hem de sahnelerde ud çalıyorum. İşte Zeki Müren''le, Bülent Ersoy''la Maksim Gazinosunda, Neşe Karaböcek''le Çakıl gazinosunda çalışırdım. Ud sanatçısıydım. Şarkılarında devamlı beni çağırırlardı. 1978 yılında, birgün "Baharı bekleyen kumrular gibi" adlı bir şarkı bestelemiştim. Sahnede solist şarkıyı söylerken, eğer bestecisi de oradaysa jest olsun diye bir dörtlüğünü de besteciye okuturlardı. Bu bir gelenekti, adetti. Bülent Ersoy da bu ikinci bölümün başında mikrofonu getirir uzatırdı. Söylerdim içimden geldiği gibi. Hem de oturduğum yerden: Ben de unutamam geçse de yıllar. Seviyorum seni dünyalar kadar. Dudağımda ismin, gözümde yaşlar, Bir tanrıyı bir de beni sakın unutma! Bir alkış tufanı koptu ki anlatamam. 23 yaşındaki bir gencin, bu derece seviliyor olması sürpriz oluyordu. Hatta orada Bülent Ersoy''dan daha fazla alkış alıyordum. Ondan sonra Zeki Müren de aldı gazinosuna... Bebek''te Aşiyan gazinosu vardı. Orada yine çok büyük alkış aldım dinleyiciden... Derken Neşe Karaböcek''le Çakıl gazinosunda büyük alkış..." Kim bu ses? Kim bu genç? Bu durum gazino patronlarının gözünden kaçmıyor elbet... Diyorlar ki, "Gel bizde solist olarak çalış" İyi ama Coşkun Sabah için bir engel var. O da hayatını verdiği "ud"u. Bir Ahmet Özhan gibi, bir Zekayi Tunca gibi mikrofonu eline alıp sahneye çıkmak, solist olmak tamam da, udumu ne yapacağım? Ud ile sahneye çıkılır mı? Udundan vazgeçmedi "Tekliflere "evet" diyordum ama, benim sanattaki en büyük kozum olan udumu bırakmayı asla kabul etmiyordum. Çünkü ben mesleki otoritelerce, "Değil Ortadoğu''da, dünyada udu en iyi çalan kişi" olarak kabul ediliyordum. Bir solist olmak için bunu nasıl bırakırdım... Arşimet gibi parmak şıkırdatmak Düşündüm günlerce. Teklifler kaçırılmaz. Ama udsuz da olmaz. Derken parmaklarımı şıkırdattım. "Buldum" diye haykırdım Arşimet gibi... "Ud ile birlikte çıkarım!" Şimdi bunu okuyanlar, alaycı bir şekilde, "Vay be nasıl da akıl edebildin" diyebilirler. Tabii günümüzde herkes elinde ne varsa onunla sahneye çıktığı için alışıldı. Ama o yıllarda böyle bir cesaret ancak Coşkun Sabah gibi "ud"una düşkün biri tarafından gerçekleştirilebilirdi. Dinliyoruz Coşkun Sabah''ı: "Bütün İstanbul''u dolaştım. Şale gazinosu vardı şimdiki Swiss Otel''in olduğu yerde. Bir de Elmadağ vardı sosyetenin gittiği yer. Orada Ferdi Özbeğen çalışıyordu. Bir akşam gidip onu izledim. Baktım o da bilinen şarkılarını piyano ile söylüyor. Sonra davetlileri dansa davet ediyor. Dedim ki: -Ben de bunu udla yaparım işte. Patronlar buna "olmaz" dediler. Çakıl gazinosundan gelmişti. Semiramis vardı, ordan gelmişti. Sahibi rahmetli Şinasi Ateş''ti. Konuyu ona açtım. "Aklım ermiyor "dedi. Ama biraz da çaresizdi. Çünkü o günlerde kendisiyle çalışmakta olan Ferdi Özbeğen, çok yüksek bir transferle, Net Holdingin satın aldığı Şale dediğim gazinoya gitmişti. Yeni kuruluş yıllarıydı. Derken nihayetinde "Olsun sen yine udla değil de piyano ile yap solistliği" dedi. Piyanodan anlamam dediysem de dinletemedim. İki üç gün boyunca bu olayı düşündüm. Yer hoşuma gidiyordu. Hazır da müşterisi vardı. Sonunda gittim, "tamam" dedim. "Ben bunu piyano ile yapacağım" Böylece hala da arkadaşımız olan Özdemir Balarısı''nın oğlu, piyanist Tayfun Balarısı ile birlikte Semiramis''te solistliğe başladım." Coşkun Sabah tarafından fantezi müzik işte böyle armağan ediliyordu müzikseverlere... Ve çok geçmeden bir kaset çıkartıyordu Coşkun Sabah... Öyle bir ilgi duyulmuştu ki, tam 2,5 milyon satış yapmıştı. Bu rekor bugün halen kırılamamıştır... Çünkü o kasetin içinde bir şarkı vardı. Adı: "Aşığım sana doyamıyorum..." Sanata ve sanatçıya saygı gösteren lider? Artık Coşkun Sabah dillerdeydi... Coşkun Sabah yollarda... Coşkun Sabah her yerde... Hatta ekonomiden anladığı kadar, sanattan ve sanatçıdan anlayan Turgut Özal''ın da gönlünde yerini almıştı... Onunla birlikte ABD''lere gitmişti Coşkun Sabah... O yoğun olduğu dönemlerde ise Semra Özal aynı teveccühü göstermişti... Çünkü, şarkıcılıkla başlayan tanışma, dostluğa dönüştüğü halde, bu dostluğu kendi çıkarı için kullanmayan ender kişilerdendi Coşkun Sabah. Bunu bizzat Semra hanım söylemişti yakın dostlarına... Sorduk Özal''ın huzurunda şarkı okumak nasıl bir duyguydu diye? Çok duygulandı cevap verirken: "Çankaya Köşkünde bir protokol konserinde Rahmetli Özal''ın karşısına çıktık. Yanında da tahmin ediyorum Romanya Cumhurbaşkanı ve protokol heyeti vardı. Heyecandan dilim tutuldu. Ağzımı açamıyorum. Sesim çıkmıyor. Daha önce planladığım halde sözlerimi söyleyemedim. Yutkundum ve hemen şarkıya girdim. Ama o bakışlarıyla anlamıştı. O öldüğünde herkes gibi ben de yıkıldım. Çünkü sanatçıya saygıyı bizler Özal''da gördük." Çok duygulu anlardı... Söyleyecek bir söz bulamıyordum. Konuyu değiştirmek zorunda kaldım. Sanatçının kalitesi nasıl ölçülür? Bu konuda dolu olduğu belli. Cevaplarken kendinden emin: "Bazı işlerin sonucu, analizi vardır. Bir maddeyi yatırırsınız mikroskobun altına incelersiniz. Veya tahlil eder sonuca ulaşırsınız. Bence sanatçıda kaliteyi ölçmenin yolu da bellidir. Mihenk taşı üretilen şarkıdır. Kalıcı olan şarkılarla, saman alevi gibi biten şarkıları kıyasladığınızda kalite ortaya kendiliğinden çıkacaktır. Kim uzun süre kalmışsa kulaklarda o şarkı çok kaliteli bir şarkıdır. O şarkının sanat değeri yüksektir. Kim ki saman alevi gibi altı ay sonra yok olmuş ise o bazı hilelerle Türk halkına sunulmuş imitasyondur. İşte canlı bir örnek: "Aşığım sana" şarkısı 1990 yılının Nisan ayında çıkmıştır. Bugün 1999''un Kasım ayındayız. Stadyumlarda dahi, halen dillerde. Seyirciler karşılıklı seslendirerek futbolcuları motive ediyor. Eleştirmek kimin haddine? Böyle bir besteciyi eleştirmek gerçekten herkesin haddi olamazdı. Onu eleştirmek için ondan daha iyi bilmek gerekirdi. Coşkun Sabah da böyle söylüyordu, o günkü canlı yayında haddi aşan ve kendisinin de üzülüp stüdyoyu terk etmesine sebep olan izleyici için. "Coşkun Sabah''ın şarkılarını veya parçalarını beğenmiyorum demek kadar doğal bir olay olamaz. Ama bir programda bir hanım izleyici tuttu. "Siz yıllarca bize İspanyola İspanyola diyerek, müzik zevkimizi dumura uğrattanız" dedi. Aynen böyle söyledi. Kimdi? Ne kadar müzikten anlıyordu? Sormak istediğimde cevap vermekten kaçındı. Ama bu tektik değil, besteciliğe dil uzatmaktı. Oysa benim besteciliğimi tartışabilecek kişilerin sayısı bellidir. Eğer beni bir Yıldırım Gürses, bir Zekayi Tunca, bir Selami Şahin, bir Garo Mafyan, bir Atilla Özdemiroğlu, bir Timur Selçuk eleştirirse başımı iki elimin arasına alır düşünürüm. İnsanlar sevmeyebilirler. Ama saygı bambaşka bir olaydır. Herkes birbirine saygılı olmak durumundadır. Tutmuş kimin nesi olduğu bilinmeyen bir kız benim besteciliğime laf uzatıyor. Bu haddini aşmaktır. Herşeyiyle dört dörtlük müsünüz? "Tamam en iyi udi sizsiniz. Besteniz dillerde dolaşıyor... Kasetinizin rekoru halen kırılamadı ama hiç noksan yönünüz yok mu?" Dediğimizde gülümsedi: Bir huyum var ki hiç sevmiyorum. Özellikle 1992''den sonra bir genişlik geldi bana. O huyumu hiç sevmiyorum. Çok güzel çalışmalar düşünüyorum. Ama düşüncemi icraata dökmekte çok ağır davranıyorum. Ben o düşüncemi icraata geçirene kadar bir bakıyorum, başkaları onu icraata koymuşlar bile. Hatta bu sebeple, "Belki ben ve benim gibiler böyle ağırdan aldığı için müzik adına müzikal değeri olmayan şeyler çıktı" diye de hayıflanıyorum. Vatandaş gibi yaşamak Özel hayatından soruyoruz Coşkun Sabah''a... "Sinema kültürümüz" iyi diyerek başlıyor ve zevklerini sıralıyor... Pazardan alış verişi çok severim. Bizim konumumuzdaki çoğu arkadaş alış verişi ekiplerine veya yardımcılarına yaptırıyorlar. Ama markete gidip, beğendiğim bir ürünü kendi elimle raftan alıp poşete atmak benim en büyük zevkim. Alışverişe yerine göre ben veya hanım çıkar. Bazen ikimiz bir çıkar yaparız. Bundan zevk alıyorum. Mütevazı ve halk gibi yaşamayı seviyorum. Abartılı yaşamayı sevmiyorum. Bu benim hayat tarzım. Bundan övünecek bir şey çıkartmak da istemiyorum. Benim hayat şeklim bu demek istiyorum. Şarkıcı olmasaydım "Şarkıcı olmasam futbolcu olmak isterdim" diyor Coşkun Sabah. Mesleğinden asla pişman değil. Aksine çok seviyor ama "Futbolcu arkadaşlara da çok özeniyorum" diyor. Bundaki sır ise enteresan. Coşkun Sabah''a göre, "Hayatta iki meslek var ki, mesleğinizi yaparken zevk alıyorsunuz. Veya zevk aldığınız o dakika içerisinde aynı zamanda para da kazanıyorsunuz." Biri şarkı söylemek, diğeri futbol... "Biz şarkı okurken işkence çekmiyor, zevk alıyoruz. Futbolcu da öyle. İnsanlar bütün mahalle aralarında para verip halı sahada maç yapıyorlar. Bunun anlamı nedir zevk alıyor. Zevk almadığı şeye para verir mi? Demek ki futbolcular da top oynarken zevk alıyorlar. Hem de para kazanıyorlar. Onuruma çok düşkünüm "Çok onurlu bir insanım. Mesela, menfaatim olacak konularda bazı kırgınlıklarım olmuştur. Bir barışsam çok büyük menfaat kazanacağım. Ama ben o gururumu hiçbir zaman ayaklar altına almıyorum. Diyelim ki yıllar önce darıldığımız kişi, o zaman altlarda iken şu anda odak noktasına gelmiş. Diylorlar ki "Şununla bir barış bak çok menfatalerini artıracak..." "Hayır" diyorum. Ben prensipli bir adamım. Örneğin prensibim gereği Hakan Şükür haricinde hiç bir zaman televolelere çıkmam. Bu benim prensibimdir. Hakan Şükür benim aile dostumdur. Ve en iyi arkadaşımdır. O olursa ikili birşey yapıyoruz. Onun haricinde Televoleye çıkmam. Çıkmayı halk seviyormuş, prim yapıyormuş. Doğrudur ama bu benim prensibimdir. Çıkmak istemiyorum. Anlamıyorum? Merak etmediği veya ilgilenmediği şeyleri sorduğumuzda bize "Pul koleksiyonu" cevabını verdi. Ardından unutmuş gibi ekledi, "Ha bir de çok pahalı antika tablo..." Hiç akıl erdirmem. Yani müzayedelerde 200 bin dolara, 150 bin dolara hatta 6 milyon dolara, 10 milyon dolara alınıp getirelen tabloları niçin alıp getirip de bir köşeye bırakıyorlar anlamıyorum. Tamam bir dekormuş ama bilmiyorum, benim aklım almıyor..." Kendisine teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz...
ÖNE ÇIKANLAR