Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
İstanbul''dan Hakan Yaşar adlı okuyucunun hatırasanı yayınlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çalışma ortamında yahudi kökenli bir kızla arkadaşlık kuran Hakan, bu birliktelikte Lina isimli genç kızla hemen her konuda diyalog kurar. Lina da, onun şahsında Türkler hakkındaki fikrinin yanlış olduğuna, Türklerin gerçekten alicenap kimseler olduğuna karar verir. Daha sonra kendi dini ve memleketi hakkında bilgi edinmek arzusuyla İsrail''e gitmek ister. Ne var ki, hamile kalmıştır. Bu duruma çok üzülen Lina, ne olursa olsun çocuğu aldırmak istediğini söyler. Çünkü kendine göre ne evliliğe ne de anne olmaya hazırdır. Okuyucu, Lina''yı ikna edemeyince doktora giderler. Ama doktor, anne bünyesinin zayıf olduğunu belirterek kürtajın çok riskli olduğunu söyler. Bu durum karşısında, olayı ister istemez genç kızın annesine açarlar... "Annesine durumu anlattığımızda yapılacak bir şey olmadığı anlaşılmıştı. İster istemez ailesi, bizim evlilik fermanımızı onayladı. Çünkü, böyle üzeri yüklü, yani hamile ve açık olarak İsrail''e gidemezdi. Onlara göre de bu durum bir namus, bir iffet ve bir ar meselesiydi. Bunu ancak ve ancak evlilik temizlerdi. Ama gönülleri kırık olduğu için düğünümüze gelmek istemediler. Fakat bu kez de bütün gücümü kullanarak, annesini ve rahmetli babasını zorla nikaha getirdim. Çünkü eşimin bu gününde yanında olmalıydılar. Geçmek bilmeyen günler ve saatlerden sonra, aylar da bir bir geçti gitti. Zaten çürük temeller üzerine kurulan bu evlilik nasıl bir saadet verebilirdi ki bize? Biz bu evlilikten sonra öğrendik kavgayı ve küsmeyi. Tıpkı filmlerdeki gibi bir hayat bekliyordu galiba beni. Çünkü eşim, çocuğumu doğurduktan bir ay sonra, bizi terk edip babasının evine gitmişti. Ama kolay pes edecek biri değildim. Vurdumduymaz da olamazdım. Gidip geri getirdim. Çünkü her ne kadar bilinç düzeyi aydınlanmamış olsa da o benim eşim ve çocuğumun annesiydi. Ama böyle bir evlilik ve böyle bir yuva kurmak, böyle bir anne olmak onun hayalindekilerle çelişiyordu. O bakımdan içinde bulunduğu hale razı değildi. Aylar öncesini hatırladım ben de... Evlenirken çektiğim sıkıntılarım ve evdeki kavgalarım o kadar had safhaya çıkmıştı ki, bu sıkıntılara dayanamayan babam vefat etmişti. Beş gün sonra da oğlum doğmuştu. Adını İsmail koydum. Rahmetli babamın adı. O zaman nereden bilirdim ki kaderi de adının sahibine benzesin. Babam da mutlu bir aile ortamında büyümemiş. Üç yaşında annesini kaybetmiş. Babası hapse girmiş. Dolayısıyla hep bir özlem ile büyümüş. Hayat ne kadar vurmuş ona tahmin edemezsiniz. Hâlâ onu çok özlüyor ve onun tüm sıkıntılara karşı hayata bağlanışını ve ideal bir hayat yaşayışını düşünüyor, düşündükçe de kendimden iğreniyorum. Çünkü babama hiç dikkat etmemişim... Babam her yönüyle iyi bir insandı çok görmüştü hayattan. Yaşadıklarımı öğrendiğinde karşı tarafın ailesi gibi babam da kahrolmuş. Ardından duygularını dile getirmişti: "-Oğlum, bu kız sana yar olmaz, dikkat et ve sonra üzülme. Bundan sonrası için de kendini yiyip bitirme. Dik dur ve yalvarma!.. O benim geleceğimi görüp, engin bir bilge gibi bana haber verirken ben kendini mutlu çocuk sanan aptal onu hiç duymamıştım bile. Öldüğünde babamın cenazesini imam ile birlikte yıkadım. Ona bakarken içinde bulunduğum buhran, bir an onun gülümseyen nurlu yüzünden yine haber verdi. "Ağlamak neye yarar ki ? Yarının hesabını Allah''tan başka kime verebilirim ki? Kim beni anlar, kim derdime çare olur, yol olur? Kim yüreğime demir kazıklarla örülmeye başlanan bir gurur savaşını temelinden yıkar, kim?" Yine aynı sorulara beynimde aynı cevaplar: "Allah''tan başkası değil, onun yazdığı kadere boyun eğmek zorundayım. İsyan ne mümkün. Musevi geleneklerine göre erkek çocuk yedi günlükken sünnet olmak zorundadır. Yani ilk yedi gün içinde sünnet ettireceksiniz. Bu sebeple eşim dedi ki: -Haham elinden çocuğu sünnet ettireceğiz. İşte ilk vurucu fikir hemen pörtlemişti. Hani birbirimize karşı dini baskı yapmak yoktu? Oysa onun bir Musevi olduğunu, ona olan o sarhoşluğum içerisinde bir an gözden kaçırmıştım... Bu durumda yine imdadıma annem yetişmeye çalışmıştı: -Kızım şu acımız içinde nasıl sünnet düğünü yaparız? Bak kayınbaban vefat etti. Daha iki hafta bile olmadı. Bizi hoş gör ama bu sünnetin sırası değil. Sünnet için de ne haham ne imam, onun yeri hastane. Devamı yarın
ÖNE ÇIKANLAR