Bolu''dan Tevfik Acar, "Jandarma çavuşu olarak karakolda görev yaparken, eniştemin şahit olduğu bir olayı yazıyorum." diye başlıyor mektubuna... Anlatılanlar tipik bir yeşilçam filmini aratmıyor... "Halit, onaltı onyedi yaşlarında bir öğrenci. Aslında okulda derslerinde başarılı. Kimsenin dedisine kodusuna karışmayan kendi halinde biri. Birgün her delikanlı gibi Halit''in de deliliği mi tuttu nedir, okuldan ipi kırdığı gibi, eve gelir. Babasının üç kuruş biriktirerek aldığı otomobilin direksiyonuna geçer. Çevirir kontağı ve basar gaza... Gençlik bu, hedef eğlenmek olunca, direksiyon başında oturmak elbet keyiflidir. Gel gör ki, ne doğru dürüst trafik kuralı bilir Halit, ne de olgunluğun verdiği dikkat unsuru vardır... İşte bir anlık dalgınlık... Bir anlık dikkatsizlik... Mahalle arasında giderken, yolda aniden önüne fırlayan çocuğu son anda görmüştür. Acı bir fren yapıp direksiyonu da sağa kırar ama, küçük çocuğa çarpmaktan kendini kurtaramamıştır... Arabanın sağ ön tamponunun vurduğu çocuk, iki metre öteye düşmüştür. O esnada mahallede olayı gören bir tek kimse vardır. Bir kadın... Üstelik bu kadın, kaza geçiren zavallı yavrunun annesi... Evladının, gözleri önünde bir anda yere serilmesini gören kadın, kuşlar gibi çığrışır. Dizlerini döver ama, ne feryadını duyan olmuştur, ne imdadına koşan... Anne, yavrusuna çarpan aracı ve şoförünü görmüştür. Hatta aracın plakasını da okumuştur. Ama o an için yanında ne yazacak kalem kağıt vardır, ne de kendinden başka görgü şahidi. Bir tek şey vardır ki, ana yüreğiyli kaza anı gözlerinin önünden hiç gitmez... "O siyah saçlı, karga burunlu çocuk yaştaki şoförü hiçbir zaman unutmam" der öfkeyle... Ardından, yerde yatan çocuğu bir başka araçla hastaneye kaldırırlar... Çocuk ağır yaralıdır. Doktorlar "Allahtan ümit kesilmez ama, iç kanama var. Kurtulamayabilir" demektedirler... Halit, aracı alıp geziye çıktığına bin pişman... Kaza yaptığı için yüreği ağzına gelmekte. Ama kendisini kimsenin görmediğinden de emin. Korkusu korkusuna karışan genç şoför, olayı söylemekten ve açığa çıkmaktan çok korkuyor. Diyor ki kendi kendine: "Ne yapayım, oldu bir kere. İnşallah çocuk ölmemiştir. Eğer suçlu olarak ortaya çıkarsam, benim hayatım kayar! Nasıl olsa beni kimse görmedi. Kimseye söylemeyeyim!" Bu kararını soğukkanlı bir şekilde de uygulamaya başlar. Gerçekten hiçbir şey olmamış gibi, aracı getirir aldığı yere park eder. Hiçbir şey olmamış gibi, sokağa çıkar... Ailesi, ara sıra arabayı alıp şöyle bir dolaşıp gelen oğullarına alıştın oldukları için, bu hareket aileye sıradan bir şey gelir... Yaralı çocuğun ailesi, yerleşim birimi olarak şehrin uzak kesiminde olduğu için, asayiş bakımından jandarmaya bağlıdır. Yüreği yaralı aile, ister istemez olayı karakola bildirir. Olayı gören annenin ifadesi alınır: -Aracın plakasını alabildiniz mi? Kadın aracın rengini, söyler ama markasını bilemez. Plakasını da "Aldım ama, ya şu rakamdı ya şu" gibi şaibeli ifade verir. Dolayısıyla zapta geçen ifadede, çocuğa çarpan şahıs, bir bakıma "Sarı çizmeli Mehmet Ağa" olarak geçmiştir. -Acınızı paylaşıyoruz. Bütün bilgileri ve ihbarları değerlendirecek ve suçluyu yakalamaya çalışacağız. Aileye verilen cevap ister istemez bu olmuştur. Ne acıdır ki, aracın çarptığı çocuk da kurtarılamamıştır. Aile yavrularının ölümüne mi yansın, suçlunun bulunup da cezalandırılamadığına mı? Allah kimsenin başına böyle bir felaket vermesin... Aradan haftalar, aylar geçer... Halit, kendini ne arayan ne soran olduğu için oldukça rahattır. Ona göre, artık unutulmuştur bu olay. Hatta gençliğin verdiği cehaletle kendi bile unutmuştur. Yüreği yaralı annenin acısını nerden bilecek... Birgün, bir arkadaşını ziyaret için karakola düşmüştür Halit''in yolu. Öylesine bir ziyaret... Ve aynı gün aynı saatte, çocuğu kazada ölen yüreği yaralı anne de karakoldadır. "Yavruma çarpan araçtan bir haber var mı?" diye sormak için gelmiştir. Odada, Jandarma çavuşu Kerem bey, Halit''in ziyaret edeceği jandarma eri, ölen çocuğun annesi olmak üzere dört kişi vardır. Kimsenin kimseden haberi yok... Devamı yarın

