Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
"Benim her işe burnunu sokan biri olmadığımı çok iyi bilirdi kardeşim. Dolayısıyla bu mutlu günde ukalalık yapmak için söylemediğimi de anlamıştı. O da duygulanmıştı. Ama çaresizliğini göstermek için omuz büküyor ve "Ben ne yapabilirim ki abla?" diyordu. O eğlence anında benim yaptığım da iş miydi yani?.. Doğru ya, bir tek kardeşimin düğününde mi oluyordu bunlar?" Bu mektubu yazarken içim titredi inanın. Duyguları anlatmak çok zordu. Hayata geçirmek daha da zor... Mektubun sahibi İzmir''den "Şeyda" rumuzlu bir hanım okuyucu. "O pazar, erkek kardeşimin kızının düğününe davetliydik. Kardeşim, en küçüğümüzdü. Rahmetli babam onu okuttuğu için belirli bir kariyeri ve saygınlığı vardı. Hali vakti de oldukça iyiydi. Ama kardeşim diye söylemiyorum, gerçekten çok prensipli bir insandı. Her kuruşun hesabını yapar, cimrilik etmez israfı da sevmezdi. Dolayısıyla, kızının düğününe hiçbirimiz karışmadık. Daha doğrusu karışamadık. Zaten hepimizin kendine göre işi gücü vardı. Sonra yardıma muhtaç insanlar da değillerdi. O bakımdan bize sadece davete katılmak düşmüştü. Yanımda küçük kızım olduğu halde, davet edildiğimiz büyükçe restauranta vardık. Bina öylesine süslenmiş ki göz kamaştırıyordu. Sadece davetli misafirlere ayarlandığı her halinden belliydi. Kapıdaki görevliler de oldukça kibardı: -Buyurun efendim, hoşgeldiniz. Kapıdan içeri girdiğimizde, davetlileri bizzat gelin kızımız ve damat beyin karşıladığını gördük: -Aaa, halacığım. Hoşgeldiniz. -Hoşbulduk çocuklar. Allah mutlu etsin. Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın. Sarılıp kucaklaştık. Elimi öptü her ikisi de. Kızım da tebrik etti genç çiftleri. Sonra bize gösterilen tarafa yöneldik. Davete gelen ne çok insan vardı. İğne atsanız yere düşmez cinsinden bir davetti. Kendimize göre bayağı şık giyinmiştik. Ama davetlilere şöyle bir göz gezdirdiğimde içlerinde en sönük kaldığımızı zannettim. Kızımla beraber bize gösterilen masaya karşılıklı olarak ilişiverdik. Atmosfer o kadar abartılı, o kadar görkemliydi ki, kardeşimin düğünü olmasına rağmen oradakiler arasında çok yabancı kalmıştım. Derken yanıbaşımıza dizilmeye başlayan davetlilerin akrabamız olduklarını görünce biraz rahatladım. Birbirini düğünde yeni görenlerin kucaklaşmaları, ara sıra yükselen kahkahalar, bardak şıkırtıları, davete yeni gelenler derken nihayet yemekler servis yapılmaya başlanmıştı. Allahım öyle birbirinden güzel, ne hoş yemekti onlar. Doğrusu kardeşim değil ya, kim olursa olsun insanı kıskandıracak derece ziyafet veriliyordu. Yemeklerin ismini teker teker sayacak değilim ama böreğiyle tatlısıyla birlikte, ben diyeyim yedi çeşit, siz deyin on çeşit vardı. Daha üçüncü serviste tıkanmaya başladık. Zaten insanın böylesi yerlerde nutku tutuluyor, yiyemiyordu. Gerçi ben ve kızım düğünde bir köşede kalakalmıştık ama, masalarda sohbet muhabbet gırla gidiyordu. Yani yemek içmek bahane, sohbet şahaneydi. Kimseyle konuşmaya vakit bulamadığımızdan mıdır nedir, ben de o değilden etrafı seyrediyordum. Bir ara gözüm masalara servis yapılan tabaklara kaydı. Hemen hemen üçüncü servisten sonra gelen tabaklar ya olduğu gibi duruyordu. Ya da bir iki kaşık tadına bakanlar oluyor ardından kaşığını çatalını üzerine bırakarak garsonun alıp götürmesini bekliyorlardı. Birden aklıma geldi. "Allahım" dedim, " Şu dolu dolu gelen nimetlere bakın. Bir de bir kaşık bile alınmadan hiçlenen israfa." Sonra kendi kendimi kurmaya başladım. Aklıma "olmayanlar" geldi. Tabak tabak etler, tabak tabak börekler, tabak tabak tatlılar garsonlar tarafından masalara bırakıldığı gibi kalıyor, sonra aynı şekilde masalardan toplandığı gibi çöpe gidiyordu. Depremzedeler geldi gözlerimin önüne. Sahi ya, bir tas çorba için kuyruklar oluşuyordu halen Gölcük''te Adapazarı''nda. Bazen kuru ekmek yiyen yaşlı teyzeler geliyordu ekrana. Yarım simitle oyalanan çocuklar. Onları düşündüm birer birer. Sonra şu ihtişamlı düğünü ve düğün sarhoşluğunda hiç düşünülmeden çöpe gönderilen güzelim yemekleri. Nasıl hüzünlendiğimi bilemem. Aslında o kadar ince fikirli biri de değildim. Ama nasıl olduysa, bu tablo beni etkilemişti. Gözlerimin dolup geldiğini hissettim. Ne olduğunu sorarlarsa etrafa açıklayamazdım da. Kendimi zor tuttum. Düğün sonunda kardeşimi buldum. Gözlerimin kızardığını gören kardeşim şaşırmış, "Ne oldu abla?" diye sordu. Ağlamaksı sesimle, dilimin döndüğünce yaşadıklarımı anlattım. Ardından dedim ki, "Ne olurdu bu kadar çok yemek yapılmasaydı. Hiç olmazsa o para o muhtaç kimselere gönderilebilirdi. Kusura bakma ama birden dayanamadım çok üzüldüm." Benim her işe burnunu sokan biri olmadığımı çok iyi bilirdi kardeşim. Dolayısıyla bu mutlu günde ukalalık yapmak için söylemediğimi de anlamıştı. O da duygulanmıştı. Ama çaresizliğini göstermek için omuz büküyor ve "Ben ne yapabilirim ki abla?" diyordu. O eğlence anında benim yaptığım da iş miydi yani?.. Doğru ya, bir tek kardeşimin düğününde mi oluyordu bunlar? Doğruydu ama, vicdanımın sızlamasına engel olamamıştım işte.
ÖNE ÇIKANLAR