"Cezaevleri ülkesini seven her ferdin yüreğinin yandığı, yanmıyorsa da yanması gereken bir noktada. Keşke bunları değil de, dünyanın en güzel coğrafyasında, dünyanın en güzel insanlarını, daha iyiye nasıl götürebilirimleri konuşuyor olsaydık. Keşke "İnsanlar niye birbirini öldürüyor?" yerine daha çok yaşatmak için neler yapılabiliri konuşsaydık. Ama ne yazık ki konuştuğumuz hep gözyaşı, konuştuğumuz hep kan, konuştuğumuz hep ölüm. Ben bundan üzüntü duyuyorum." Acılardan ders almak Daha dün ülkede, kırk bin insanımızın canına mal olan, yüzbinlercesinin sokaklarda malının canının tarumar olduğu bir felaket yaşadık. Bunun acısı daha geçmedi. Şimdi de, insanlar sokaklara dökülmüş, cezaevinde olaylar olacak mı olmayacak mı? Benim çocuğum ölecek mi? Endişesini taşıyor. Buna gözyaşı döküyor. Depremle yeşeren, bir parça filizlenen umutlar, yeniden sağcıydı solcuydu dinliydi dinsizdi ayrımına ne çabuk geldi? Ne çabuk unuttuk, taşın altından insanları çıkarırken birbirinin yaşayışına bakmadan yaptığımız yardımseverliği. Ya da bize bu hoşgörüyü çok mu gördüler de bizi yeniden alevlendirmeye çalışıyorlar? Neleri konuşalım? İnsanları ancak yasalar cezalandırmalı. Eğer insanların, kendiliklerinden hak alması yolunu açar isek, bunun altından hiçbir devlet, hiçbir ideoloji hiçbir rejjim hiçbir inanç kalkamaz. Ama ne yazık ki biz fili olarak bu durumu yaşıyoruz. İşte cezaevlerindeki sorunun temeli bu. Ülkeyi bu hale getiren korkak, inisiyatif kullanmayı bilmeyen, bilgisiz becerisiz siyasilerin oluşturduğu basiretsiz yönetimlerdir. Sorun buradan kaynaklanıyor. Yoksa kim diyebilir ki suç işleyen insana ceza vermeyin. Bu insanın doğasına aykırı. Eğer o noktada siz devlet olarak gereğini yapmazsanız, başkalarına gereğini yapma hakkını verirsiniz. İşte cezaevlerinde bugün insanlar bu hakkı kullanıyor. Cezaevlerinin durumu Bugün bütün cezaevlerinin en azı % 100 kapasitededir. % 200-300-400''e kadar çıkartabilirsiniz. Bayrampaşa % 300-400 civarındadır. Şimdi bırakınız ekmeği, bırakınız yatağı bırakınız mekanı. Bu insanlar güneşi paylaşıyorlar. Bu insanlar aldıkları havayı paylaşmaktalar. Buradan ne beklersiniz? Bu insanlara bunu reva görmek bizim hakkımız mıdır? Devletin hakkı mıdır? Hayır. Ben bunun devletin yaptığına da inanmıyorum. Hayır yapmıyor. Devlet denen subjektif bir varlıktır. Objektif nesneler devleti temsil eder, yüceltir ya da onun manevi şahsiyetine kişiliğine zarar verebilir. Kabul etmek lazım ki... Artık bu coğrafyada kim kendini nasıl tanımlıyor ise, bugün için yine dünyanın geldiği ve hiçbir gücün karşı çıkamıyacağı tabii olgular var. Nedir bu? Alt kimlik ve üst kimlik tanımı var. Bugün bana göre din, bir alt kimliktir. Etnik köken bir alt kimliktir. İnanç olguları bir alt kimliktir. Bunu çoğaltabiliriz. Bunlar kendileri nasıl kanalize olurlarsa olsunlar, bir üst kimliğe ihtiyaç var. İşte bu coğrafyada bir üst kimlik, adına Türklük dediğimiz Türklükle yoğrulmuş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bunu bir örnekle şekillendirecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımız bir insan ise, alt kimlikler bu insanın organlarıdır. Bir insanın gözü tek başına sadece bir uzuvdur. Ama vücuttan kopartamazsınız. El öyledir, ayak öyledir. Yani alt kimlikler vücudun uzuvları gibidir. Onları yok sayarsanız, mükemmel insan olmaz. Tek başına organ derseniz o da olmaz. Çok üzülüyorum Elbette ben duygusal bir insanım. Çok üzüldüğüm zamanlar olmuştur. Ben mütekamil insanlar tanıdım. Yaratanın tecellisini onlarda gördüm. Bütün insanlara o tecelli ile bakıyorum. Ve bunun için çok çabuk güveniyorum. Çok çabuk inanıyorum. Bir süre sonra da inandığım ve güvendiğim şeylerin dışında olgu ve davranışlarla karşılaşıyorum. Hele hele o insan üzerinde emeğim olmuşsa, onun yolunda çile çekmişsem ve bu boşa gitmişse, ona üzülüyorum... Özdemir''den bir hatıra: - Evlenirken böyle mi sorulur? - Ben görücü usulüyle evlendim. Evlilik öncesi eşimle hiç tanışmıyoruz. Tanımak ihtiyacı da duyuyorum. Bunu kayınpeder tarafına söyledim. Makul gördüler ve kız isteme safhasında eşim Hatice hanımefendiye sordum. Daha ilk karşılaşmamız. O görüşme sonunda birbirimize evet veya hayır diyeceğiz: -Resim yapar mısınız? Şiir yazar mısınız? Şiir okur musunuz? Şarkı söyler misiniz? Herhangi bir enstrüman çalar mısınız? Sevdiğiniz hayvan türleri hangisidir? Hangi renklerden hoşlanırsınız vs. Eşim şaşırdı. Evlenmeyi düşünen bir insanın böyle soruyla karşılaşması onun için de bir sürpriz oldu. Elbette bir kısım şeyler söyedi. Ama sebebini de sordu. Dedim ki: -Bundan çıkarmak istediğim bir sonuç vardı. Yüreğinde ne kadar sevgi var? Çünkü iş, insanın yüreğinin bir tarafını gösterir. Ama sorduğum bu tür soruların cevabı, yüreğin diğer tarafını ortaya koyar. Zaten ben ona talip olduğumda bir pencereyi görüyordum. Çalışıyordu. Öğretmendi. Şekli, saçı tavrı hali ortadaydı. Öbür pencereyi bilmek zorundaydım. Aradığım o pencereyi bulmaktı. Onu da bulmuştum. Evliliğimdeki bu ilginç testi ve eşimin şaşırmakla birlikte verdiği cevaplar benim için bir hatıradır her zaman. Ordu gözbebeğimizdir Bugün Türkiye içinde bulunduğu jeopolitik ve sosyal şartlar itibarıyla ordusuna en fazla sahip çıkması gereken zamandadır. Bunun altını çizerek söylüyorum. Bu ordu, bizim ordumuz, bizim kanımız, bizim canımız, gerçekten bizim gözbebeğimizdir. Ve buna her ne pahasına olursa olsun sahip çıkmamız lazımdır. Elbette ordu büyük bir kurumdur. Bu kadar büyük bir müessesenin içinde yanlış yapan olabilir. Uzun söyleyen olabilir kısa söyleyen olabilir. Zaman zaman o müessesenin vakarına uygun olmayanlar olabilir. Nihayet Askeri ceza kanunu bunun için kurulmuştur. Yani işte generalinden erine kadar zaman zaman suç işleyenler de yargılanıyor, ceza alıyor, yatıyor. Yani hukuk sistemi içersinde bunların da sistemi çalışıyor. Ha bazen şu veya bu şekilde birey olarak, sivil olarak hoşumuza gitmeyen davranış da ortaya konulabilir. Ama biz doğru yaptığımızda emin olun ki hiç kimse karşımıza çıkmaz. Hiç kimse bundan rahatsız olmaz. Eğer şu an etrafımızı çeviren ve hemen hiçbiri dost olmayan ülkelere rağmen vatanımızda yaşıyorsak, bu şu an görevde bulunan ordumuzun sayesindedir. Ordu bizim ordumuzdur, ona her zamankinden çok sahip çıkmak da bizim görevemizdir.

