Ateşi kazan bilir, / Gurbeti gezen bilir / Geceyi hastadan sor / Acıyı çeken bilir " Öyle derler halk arasında.. Bir acı haber der geçeriz çoğumuz. İstanbul''dan H. Halit Keleş''e de bir acı haber ulaşıyor. Onbeş dakika sürüyor bu acı... Ama bu onbeş dakikayı kaleme alıp anlatmak mümkün değil... "Bir telefon geldi büroma... Bu, damadımın sesiydi. Ama şimdiye kadar hiç fark etmediğim kadar heyecanlıydı: -Baba, az önce bir haber aldım. Selimler İnegöl yakınlarında kaza geçirmişler. -Aman Allahım?.. -Merak etme, sadece avukat yaralıymış. Diğerlerinde birşey yok. -Nerdeler şimdi? -Bursa Devlet Hastanesi''ne kaldırmışlar... Bu haberi aldım ya, artık dur durabilirsen... Kardeşimi aradım hemen. Arabasını alıp gelmesini söyledim. Aradan yarım saat geçmeden Bursa''ya hareket ediyoruz... Allahım, acı haber ne zormuş... Kaza geçiren oğlum, avukatım ve muhasebecim, Eskişehir''deki mahkemem için, oğlumun özel arabası ile yola çıkmışlardı. Bursa-İnegöl yolu üzerinden giderlerken, kimbilir mahkemenin stresinden mi, neden bilinmez, başka bir araçla çarpışıyorlar... Yolda gidiyoruz ama, sanki araba gitmiyor, yerinde duruyor gibi geliyor bana... Şu kara yolları bir soluk gibi içime çekiversem de, bir solukta ulaşıversem hastaneye... Allahım acı haber ne zormuş... Kardeşim beni teselli etmek için neler söylemiyor ki... Ama gel de sabret... Baba yüreği bu... Neler hayal ediyor neler... Kaza haberi verilirken herşey olduğu gibi söylenmez ya... Elbette "merak etme" falan denir... Hastaneye 3-5 km kala, yüreğime bir sızı düştü... Diyorum ki, "Allahım acaba oğlum ölü mü yaralı mı? Benden gizliyorlar mı?" Araba hastanenin acil kapısında durur durmaz yerimden fırlıyorum. Kardeşim de ardımdan... Acil serviste, karşımıza ilk çıkan hemşireye yalvaran gözlerle soruyorum: -İnegöl''deki trafik kazasında yaralananları buraya getirmişler. Nerede yatıyorlar görebilir miyim? Hemşire''nin ilk sözü şu oluyor: -Siz nesi oluyorsunuz? -Babasıyım. Hemşirenin ikinci sözü, yüreğime ok gibi saplanıveriyor: -Başınız sağolsun... Allahım o ânı kelimelerle, yazıyla izah etmem mümkün mü?.. Olduğum yere yıkıldım, gözlerimin önü karardı. Dünya başıma çöktü birden bire... Büyük bir metanetle, bayılmadım ama, sanki ciğerime kezzap dökülmüş de yanmaya başlamıştı... Kardeşimin artık beni teselli etmesi imkansız. Acı haberle, yıldırım gibi çarpıldıktan sonra koridorlarda feryat ederek koşuşturmaya başladım: -Oğluuum... Selim''im nerdesin yavruum?.. Allahım sen bana yardım et ne olur!.. Bu halimi gören bir komiser yanıma geliyor "Beyefendi, ben kaza geçirenleri buraya getiren kişiyim. Siz kimin yakınısınız?" diye soruyor. Gözlerim kan çanağı, cevap veriyorum: -Ben Selim Keleş''in babasıyım. "-Selim Keleş ölmedi. Yaşıyor. Ölen, İlhan Keleş''tir" O an sıcaktan çıkıp buz gibi soğuk suya daldırılan kor parçası gibi soğuyuverdi bedenim. Komisere sarılırken dünyalar benim olmuştu. Oğlum ölmemişti yaşıyordu demek... Bu sevinçle, yakın akrabamız olan avukat İlhan''ın ölümünü bile düşünememiştim. Neden sonra bu büyük acının stresiyle büyük bir hata yaptığımı anladım. Çünkü hastaneye benim gibi koşup gelmişlerdi akrabalarımız. Ölen avukat da akrabamızdı. Ben ise oğlumun kurtulmasına duyduğum sevinçle, akrabamızın öldüğüne duymam gereken üzüntüyü belirtememiştim. Bu ruh halini asla anlatamam... Ama, hayli zaman sonra oğlum evde yatarken, avukatın öldüğünü öğrenince, akrabalık ötesinde kader arkadaşı olmaklığı nedeni ile, büyük bir üzüntü ile sarsılmıştı. Allah kimselere evlat acısı çektirmesin. Ben bu acıyı sadece 15 dakika yaşadım. Nasıl sarsıldığımı hatırladıkça ne denli üzüldüğümü bir Allah bilir bir de çekenler. Bu vesileyle son yıllarda hiç gündemden düşmeyen şehit ana ve babalarına da Allah sabırlar versin diyorum.

