''Dediler: Bu doğum sezaryenle olur, burada olmaz... Ama hanım yerden yere atıyor kendini... Özel hastane olan Adatıp''a gittik. Yok, olmuyor... Döndük... Artık kelimenin tam manasıyla çaresizliği yaşıyoruz. "Allahım!" dedim. Eşime döndüm, "Birsel dua et" dedim. "Artık yapacak hiçbir şey yok." Nasıl oldu bilemiyorum. O kargaşada karşıma tümen komutanı çıktı...'' Adapazarı''nda depremi yaşayan okuyucumuz, Ahmet Topluoğlu''nun anlattıklarını yazmaya devam ediyoruz. Beş katlı evin ikinci katında iken, bir "güüüm" sesiyle birlikte gardıropun altında kalan, sonra da binanın yarısı göçüp hamile eşiyle yatak odasında mahsur kalan okuyucumuz, devam ediyor yaşadıklarını anlatmaya... "Çıktık nasıl çıktıksa oradan... Orasını hatırlayamıyorum. Eşimi de aldım, aşağıya indirdim. Karşımızda Fikret abla isminde bir kadın oturuyordu. Apartmanımızın tam karşısında. Dul bir bayandı. Üç tane de kızı vardı. Onların kızlarının seslendiğini duydum. Ağlıyorlardı: -Ahmet abi annem binanın içinde kaldı. Eşimi bıraktıktan sonra, yukarıya onu çıkartmaya niyetlendim. Meğer o da çıkmış ama görememişler. Varın anlayın panik halini... Ben o yıkılmak üzere olan binaya ölmeye mi gidecektim bilmiyorum... Neyse binaya girmedim. Şimdi dışarıdaydık... Şöyle alaca karanlıkta etrafa baktığımda şok olmuştum... Her taraf yıkıktı... Her taraf toz dumandı... Gözümüzün görebildiği her taraf enkaz halindeydi... Ağlamalar, inlemeler, feryatlar kulakları tırmalıyordu... O anı yaşayan insanın, ürpermemesi, iliklerine kadar titrememesi mümkün değil... İşte kelimelerle ifade etmek istersen "şok oldum" diyorsun o kadar... Depremde kurtulmuştuk ama benim için asıl sıkıntı yeni başlıyordu... Eşimin sancılanması ayrı bir olaydı çünkü... Eşim orada sancılanıyor ama, üç tane ablam var ikisi Adapazarı''nın çeşitli yerlerinde. Hatta biri de Yalova''da idi. Babamlar da Adapazarı''nda ayrı oturuyorlar. Bir ara onları hatırlıyorum. Yüreğimdeki korku ve sancıyı tarif edemem... Ama bir yere ayrılamıyorum. Sanki taş olmuş haldeyiz... Aradan yarım saat mi ne geçmişti ki, babam geldi. "Oğlum size bakayım ne oldu?" diye. "Baba birşey yok bizde." İzmit caddesi dediğimiz yer, boydan boya sıralama iskambil kağıdı gibi yerle bir olmuştu. Bizim bina işte yarım yamalak ayakta kalmıştı. Sonradan o da çökmüş. Neyse, babamlar bizi aldı. Ardından ablama gitti baktı. Öbür ablamlara baktı. Allaha şükür can kaybı yoktu. Esas dert ondan sonra başlıyordu benim için. Fakat ben bu arada bir şeye şahit oldum. Onu da anlatmak istiyorum. Annemlerin evi kira idi. Annemler yirmi senedir orada oturuyor. Evlerinin karşısında da Adapazarı''nın tanınmış ailelerinden biri vardı. Berk Özer ailesi vardı. Bizim çok sevdiğimiz insanlar... Leyla teyze diye bir teyzemiz vardı. Bunun bir kızı İstanbul''dan Adapazarı''na bir günlüğüne bir arkadaşını ziyaret etmek için gelmiş. Kendi derdimi bıraktım onu anlatıyorum ama çok enteresan. Bu kız İstanbul''da oturuyor. Altı sene önce evlenmişti. Dokuz aylık hamile iken, buna İstanbul''da bir minibüs çarpmıştı. Kızcağız 500 metre sürüklenmişti. Kendi kurtulmuştu ama çocuğunu kaybetmişti. Sonra yine bu kızcağız, Samsun''a mı şimdi tam hatırlamıyorum ama ziyaret için gittiği bir vilayette, sele kapılmıştı. Oradan da kutuldu. Bu kızcağız, o gün de enkaz altında kaldı. Çocuğu kendisi ve eşi. Aradan iki üç saat geçmesine rağmen, enkaz altında konuşuyoruz ama kurtaramıyoruz onları. Annem enkaz başında dua ediyor, bizler çaresiz sağa sola koşturuyoruz ama yok... Elimizden birşey gelmiyor... O esnada yirmi yirmibeş yaşlarında üç genç geldi. Gençler dediler ki anneme: -Nerede bunlar teyze? -İşte şurada göçük altındalar oğlum. Şaşkın bakışlarımız altında, gençler oraya girdiler. Önce çocuk olmak üzere, çocuğu annesini ve babasını çıkardılar. Ardından teşekkür etmeye, veya Allah razı olsun demeye vakit bulamadan çekip gittiler. Adeta kayboldular... Gözlerimin önünde olan bu gelişmeyi de hiç unutamıyorum. Neyse, dediğim gibi benim derdim depremden sonra başladı. Perişan durumdayız. Canımızı kurtarmışız ama eşimin doğum sancıları var. Kimseye ulaşamıyoruz. Elimizden birşey gelmiyor. Ne yapacağız ne edeceğiz derken, SSK hastanesine gittik. Hemşirenin o an bize söylediği şu oldu: -Deprem bölgesi, herkes başının çaresine bakacak. Ne yapalım, "Peki" dedik. Ayrıldık oradan doğum evine gittik. Dediler. "Bu doğum sezarylenle olur, burada olmaz." Ama hanım yerden yere atıyor kendini... Özel hastane olan Adatıp''a gittik. Yok olmuyor... Döndük... Artık kelimenin tam manasıyla çaresizliği yaşıyoruz. "-Allahım!" dedim. Eşime döndüm, "Birsel dua et" dedim. "Artık yapacak hiçbir şey yok." Nasıl oldu bilemiyorum. O kargaşada karşıma tümen komutanı çıktı... Devamı yarın

