"Sevgi, barış ve kardeşlik..." Bu soyut kelimeler, kürsülerde, nutukların baş tacı. Herkesin gönlüne meltem gibi eser dudaklardan dökülürken... İyi hoş da, neye yarar bu "sevgi, barış ve kardeşlik?" Yenilir içilir mi? Yoksa, kürsülerde konuşmayı süsleyen bir iki fantezi kelime midir?.. Yoksa onun gerçek lezzeti, duya duya, doya doya yaşamakta mı saklı? Buna kararı, Sakarya iline bağlı Karasu ilçesinden yazan, bir pazarcı vatandaşımızın 12 Kasım depremi vesilesiyle yaşadıklarını okurken, siz vereceksiniz... "Ben Karasu civarında pazarcılık yapıyorum. Mesleğimiz gereği çok değişik çevreden, çok fazla insan tanıyoruz. Çok fazla arkadaş edinme imkanımız doğuyor. İşte bu arkadaşlardan birini de Kurudere kasabasında edinmiştim. Bu arkadaş Mardinliydi. Mardinli olmasına oralıydı ama Kurudere''den evliydi. Bu arkadaşımı zaman içinde o kadar çok sevdim ki, dünyada sevebileceğim kişilerin başında geliyordu. Doğruluk, dürüstlük, mertlik, cömertlik... Ne kadar güzel huy varsa onda toplanmıştı. Bizim buralarda insanlar genelde geçimini fındıktan sağlar. Tabii biz bu arkadaşla böyle samimi olunca, bu arkadaşın kardeşlerini de fındığa aldım. Bu kimselerle o kadar kaynaştık ki, adeta bir evin insanı olduk. Şimdi gelelim onlarla ilgili hatırama... Bu arkadaşımın Ömer isminde bir kardeşi de Kurudere''de çalışıyordu. 12 Kasım depreminde Ömer, çalıştığı yerde panikliyor ve aşağı atlayarak ölüyor. Bu haberi duyar duymaz hastaneye koştum. Baktım ki arkadaşımın hali perişen. Kardeşinin ölümüne kahrolmuş. Ama tevekkül içersinde. Çünkü mukadderata inanıyor. Onunla arkadaş değil miydik? Öyleyse acı gününde de yanında olmalıydım. Onunla birlikte Mardin''e gittim. İşte yol boyu karşılaştığım manzaralar... Daha Urfa Viranşehir''de bir konvoy karşıladı bizi. Ardından bir başka konvoy Kızıltepe girişinde... Öyle ki, televizyon kameraları olayı görüntülese, sanırsınız ki bir Başbakan karşılanıyor... Konvoylar halinde köye indik. Bu ne mahşeri kalabalıktı Allahım... Hem de gecenin bir vaktinde. Öyle bir şey daha önce görmediğim için, kendimi bir an Hac''da hissettim... Bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil. Şaşırdım... Bunlar ölülerine bile ne kadar kıymet veriyorlar? O gece cenaze evinde iğne atsanız yere düşmezdi. Peki ertesi sabah? Ben zannediyordum ki, yarın bu kalabalık dağılır. Meğer tam 40 gün devam edermiş bu durum. Bir de, evden ayrı bir yere çadır kurmuşlar. Büyük bir alanı kaplıyor çadırları. Erkekler cenaze evine uğramaz, gelir bu çadırlarda toplanırlarmış. Hem böylelikle, kadınlar kendi aralarında ağlar, daha rahat deşarj olurlarmış. Oysa bizim buralarda öyle mi ya? Analar, bacılar sesini yabancılara duyurmamak için doya doya ağlayamaz. Acısını içine atar çoğu kez. Cenaze namazından sonra mezarlığa gittik. Mezarlık köyün en güzel yerinde. Mezarlıktan bakıldığında köy ayağınızın altında. Ömer''i ebediyete gönderdik. Mezarının başında dua ettikten sonra dedim ki içimden: -Sen rahat uyu Ömer. Böyle merhametli insanlar oldukça senin fatihan hiç eksilmez. Gerçekten orada gözlerimle gördüm. Her biri mütevekkil, herbiri inançlı, her biri mukadderata inanan insanlar. Bu inançları dolayısıyla öyle iyi huylara sahipler ki, birbirleriyle iyilikte yarışıyorlar. O kadar duygulandım ki anlatamam. Bizim, artık kitap sayfalarında ancak rastladığımız güzel ahlak, onların hâlâ hayatını oluşturuyor. Cenaze evine yemek getirme geleneği halen sürüyor. Kimi koyun, kimi pirinç, kimi yağ... Orada onları görünce, insanları birbirine düşürmek isteyen menfaatten utandım. Bizim buralarda, o insanlara "acaba" gözüyle bakanların aslında propagandalardan etkilendiklerini tahmin ediyordum. Şimdi gözlerimle görünce buna inandım. Ve bir kere daha gördüm ki, din kardeşliği gerçekten bütün herşeyin üzerinde, insanlığı bir gökkuşağı gibi çepeçevre sarıyormuş... Ondan sonra kimse kimsenin rengine diline haline bakmıyor... Bana gösterilen ilgiye de ayrıca mahçup oldum. Bu acılı günde bu kadar hürmet ediliyorsam, normal zamanda kimbilir nasıl ağırlanırdım acaba? Yerlere göklere sığdıramadılar desem acaba abartmış mı olurum... Beni misafir etmek için paylaşamıyorlardı. Orada birşey daha dikkatimi çekti. Müzik marketlerinde Karadeniz havası çalınırken kimse alınmıyor. Gözlerimle gördüm ki onların "ayırım" diye bir derdi yok. Onlar bizi ayırmıyorlar. Lütfen biz de onları ayırmayalım. Bu vesileyle diyorum ki, meğer sevgi sadece "yaşanır"mış. Gerisi laf ü güzafmış...

