Tanju Gürsu, "Şimdi halk sinemaları kayboldu. Plazalara kaydı sinema. Oysa bizim halkımız lüks yerlere girmekten çekinir. Vatandaş, gidecek şimdi Akmerkez''de film seyredecek öyle mi?.. Kapısından bile geçmemiş adam... Nasıl film seyretsin orda?" diyor. SODER Genel Başkanı Tanju Gürsu''nun görüşleri şöyle... Sinema ve genç yönetmenler Geçen SESAM''da toplantıdaydık. Bu sene Antalya film festivaline hazırlanan onbeş kadar film var. Bu da sinema açısından ümit verici bir gelişme. Ama filmin halka intikal etmesi önemli. Beni endişelendiren halka intikal etme konusu. Yönetmenlerimiz genç. Harika çocuklar. Ama bu toplumun kriterlerini bilmiyorlar. Halkı tanımıyorlar. İnsanlar kendi toplumunu bilmiyorsa, yaptığı eserler topluma mal olmaz. Bu genç nesil, cafeleri biliyor, barları biliyor. Filmi de oraya göre yapıyorlar. Oysa toplumun dilini bileceksin, dinini bileceksin, kültürünü bileceksin. Aksi takdirde yaptığın film halka ulaşmaz. Plazalar, sosyeteye göre Şimdi bir de halk sinemaları kayboldu. Plazalara kaydı sinema... Oysa bizim halkımız lüks yerlere girmekten korkar. Vatandaş, gidecek şimdi Akmerkez''de film seyredecek... Kapısından bile geçmemiş adam... Nasıl film seyretsin orda? Ben daha Akmerkez''in içine girmemişim... Gidecek de orada bilet alacak da film seyredecek? Mümkün mü? "Bana ne der" adam gitmez. İşte bu halkı tanımamaktan geçiyor. Yani doğrusu, bugün sosyeteye film yapılıyor. Onlar da sosyete dünyasında kalıyor. Halka yansıtmıyor. Halk da bu tür filmlerle ilgilenmiyor. Arkadaşlarımızı emekli yaptık Bugün çok şükür, gerek SODER olarak gerek SESAM olarak ki o zaman SESAM''da da yönetim kurulundaydım, arkadaşlarımızın hiçbiri emekli olamıyordu. Biz ta, rahmetli Özal zamanından başlayıp bakanlıklarda orada burada koşturduk, dışarıdan prim ödeme usulüyle hepsinin emekli olmalarını sağladık. Hatta öyle ki, içimizde 35 milyon prim ödeyecek durumu olmayan arkadaşlarımız vardı. Onların primlerini dahi, iş adamlarından, dostlarımızdan rica ederek topladık, hepsini emekli yaptık. Bugün SODER üyesi olup da sosyal güvencesi olmayan arkadaşımız yok. Gerçi devlet babanın layık gördüğü maaş ki şimdi 84 milyon liraya çıkartmış. Allah razı olsun. Arkadaşlarımız bunları bozdurup bozdurup harcıyorlar bitiremiyorlar. Medya da yanıltıyor Evet, bugün devlet hem sanatçısıyla iftihar ettiğini söylüyor hem de "Yanındayız" dediği sanatçısına 80 milyonu reva görüyor ama, bizim 2. derecede rol alan arkadaşlarımızın dahi onuruna kefilim. Eğer televizyona çıkıp da "Öldük bittik!" diyenler varsa, onlar zaten bu piyasaya yakışmayan kimselerdir. Sayıları da üçü beşi geçmez. Ama burada medyanın oyunu var. Şimdi magazinciler, alıyorlar eline kameraları, geliyorlar buraya... İşte kimi bulalım? Haydi Sami Hazinses''i yakalayalım. Yahu Sami zaten iradesini kaybetmiş... Üstelik ağzını açıp bir şey konuşmamış bile. Ama "Konuş Sami baba!" diye zorlamışlar, ardından birin yanına beş ekleyip vermişler... "Sami baba çok kötü durumda. İşte vefasızlar da, falan da filan da..." Sami geldi geçen gün. "Abi ben böyle bir şey konuşmadım" diye yemin ediyor. Yani bunlar ayıp şeyler. Ha yok mudur öyleleri? Vardır ikibin kişiden üç beş kişi. Ama bu her meslekte vardır. Avukatında da vardır, doktorunda da... Ama iddia ediyorum. SODER üyesi hiçbir arkadaşımızın ne cenazesi ortada kalıyor, ne hasta olup bir yerde kalıyor. Elimizden geldiğince hepsine koşturuyoruz. Ama imkanımız ölçüsünde... "Sen artist olacaksın!.." Yıl 1961... Hukuk fakültesi 3. sınıftayım o zaman. Sinemayla da pek alakam yok. Ancak Acar Film''in sahibi Murat Köseoğlu vardı. En büyük stüdyo da onundu. Benim de akrabamdı. Ben gider ondan aylık harçlığımı alırdım. Babam da parayı ona gönderirdi. Bir gün oraya gittim içeride bir bey oturuyordu. Ben on dakika Murat amcayla konuşup, harçlığımı aldım gittim. O zaman Trabzon talebe yurdunda kalıyordum. Yurda gittim, arkadaşlar "Murat Köseoğlu seni aradı" dediler. "Oğlum ben şimdi onun yanından geliyorum" dedim. Ama "İşte aradı, seni yarın bekliyor" dediler. Kalktım gittim ertesi gün. Beni oturtup telefon etti. Dünkü gördüğüm beydi gelen. Meğer rahmetli, yönetmen Aydın Aragon imiş. O da benimle alakadar oldu falan. Aldılar beni platoya götürdüler. Murat amca dedi ki, "Şurda sana bir deneme film çekimi yapacağız" Şaşırdım: "Murat bey amca, bu olmaz, babam bana kızar" falan dedim. Babam da Trabzon''da o zaman. Yönetmen de devreye girdi ve "Ben baban Hayati''yle idare ederim, sen şimdilik şu çeki al, bu avans" dedi. Çeke baktım tam 5000 lira. Off... O zaman babam bana ayda 100 lira gönderiyor. Onun otuz lirasını yurda veriyorum. 70 lirasını da bir ay harçlık yapıyorum. Çeki alıp yurda geldiğimde çocuklar başıma üşüştüler. "Oğlum bu ne para be!.. Kesin artist olacaksın. Kabul edeceksin falan" diye bastırdılar. Neyse kabul ettik. Ertesi gün "Tamam, başlayalım. Sen babamdan izin alırsın" dedik. On gün sonra bir senaryo verdiler. Aydın abi yönetmen. Filmin adı da "Fosforlu oyuna gelmez" Başrolde Fatma Girik ile ikimiz oynayacağız. Absürd bir hikaye zaten. Geldik stüdyoya, dekor kurulmuş, ışıklar yanmış ortalık bir acaip... Rahmetli Ahmet Tarık, Hüseyin Baradan, Neriman Köksal, Altan Erbulak falan var. Hepsi oturmuşlar filmde rol için sıra bekliyorlar. Aydın abi bana dedi ki: -Tanjucuğum sen şimdi şu kapıdan koşarak geleceksin. Karşı taraftan da Fatma gelecek ve orta yerde sarılacak ve öpüşeceksiniz! Daha ilk plan... Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Kıpkırmızı oldum. "Aydın abi, bu kadar insan içinde... Ben hayatımda daha şimdiye kadar..." demeye başladım ama "Oğlum bu artistlik. Bu iş böyle. Sen hele bir gel sarıl bakalım" dedi... İkna ettiler... Böylece utana sıkıla da olsa, ilk film hayatımıza, Fatma Girik''i öpmekle başladık... Kırk seneyi doldurduk... Nerden nereye...

