“Çocuk olarak bizler için annesizlik ve babasızlık belki hayatın en büyük cezasıydı…”
Yetiştirme yurdundaki hatıramı anlatmaya bugün de devam ediyorum...
Biz sözde geniş bir aileydik ama konuya “aile” formatında bakacak olsaydık şayet, arkadaşlarım benim kardeşlerim sayılırdı… Çünkü onlarla birlikte yiyor, birlikte eğleniyor, birlikte oyun oynuyor, birlikte okula gidiyor ve birlikte yatıyoruz...
Derdimizi birlikte paylaşıyor aynı acıyı birlikte hissediyoruz. Düşünüyorum da çekirdek bir ailede yaşamış olsaydım ben ağabey mi olurdum yoksa kardeş mi?
İyi bir kardeş mi olurdum, kötü bir ağabey mi? İnanın bu konuda hiçbir fikrim yok.
Peki ben niye buradayım?
Yani yetiştirme yurdunda ne işim var? Hayatım neden dört duvar arasında geçiyor? Bu çocuk yuvasına beni kim bıraktı? Oradan da yetiştirme yurduna niye gönderildim? Ailem hakkında niçin tek bir bilgiye dahi sahip değilim?
Bu soruların cevabı bana Ağrı Dağının zirvesi kadar uzaktı… Bildiğim bir şey varsa insanlara karşı biraz öfke, biraz kırgın daha doğrusu hayata biraz küskün olduğum…
Çünkü çocuk olarak bizler için annesizlik ve babasızlık belki hayatın en büyük cezasıydı… Hayatta bir çocuk için en önemli iki varlık olan “anne” ve “baba” bizim için olmayan iki varlıktı.
Bu iki kutsal varlıktan ayrı yaşamak zorunda kalışımız yetmezmiş gibi bir başka üzüntü daha yüklüyordu insanlar o minik omuzlarımıza. Kimsesiz çocuk… Yetiştirme yurdu çocuğu… Anası babası olmayan çocuklar…
Yine cevabını bulamadığımız bir dert daha yaşıyorduk ben ve benim gibiler… O da şu:
“Neden okula gittiğimizde diğer çocuklara normal bakarken bize tuhaf bakıyordu insanlar?
Biz çocuk değil miydik? Ya da biz mi istedik bizim böyle bir konumda olmamızı? Hayatı seçme hakkımız olsaydı ister miydik böyle olmayı?”
Peki hiçbir suçumuz olmadığı hâlde ana ve babaların hatalarını toplayıp minicik bedenlerimize yüklerken utanmıyor muydu vicdanlar?
Ya da onlar da mı düşünemiyordu? Öylesine mi söylüyorlardı “kimsesiz” derken…
Hayır… Yüz bin defa hayır… Yetiştirme yurduna gelen veya bırakılan çocuklar için asla böyle bir algı kabul edilemez…
Rumuz: “Canım Kardeşim”
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...