Samsun'da üniversite son sınıfta öğrenciyim... Bitirme tezim Yavuz Bülent Bâkiler'in şiir kitaplarıyla ilgili... Düşünüyorum: "İstanbul'a gitsem, kendisi ile röportaj yapmak istesem acaba kabul eder mi?" Telefon açıp randevu istiyorum. Ne kadar mütevazı bir insan. O kadar yoğun çalışmalarına rağmen kabul ediyor... Benim için inanılmaz bir sürpriz... Sevinçten uçuyorum... Daha yola çıkarken heyecanlıyım. Kafamda hangi soruyu nasıl soracağımı bilemiyorum. Neyi sormalıyım? Neyi unutmamalıyım? Hangi sorudan başlamalıyım? İstanbul'a yaklaştıkça bir röportaja değil de sanki bir imtihana gidiyormuşum gibi yüreğimde heyecan dalgaları oluşturuyor duygular. Hiç zorlanmadan, ya da heyecanlı olduğum için zorlandığımın farkında olmadan buluyorum evlerini... Sanki bir rüya gibi... Merhaba İstanbul... Merhaba Kadıköy... İnanamıyorum. Ben o "Sivas'ta Yoksul Çocuklar" şiirini ezbere okuduğum, "Üsküp'ten Kosova'ya" sanki onunla yolculuk yaptığım; eserleri beynimde Harman olan Yavuz Bülent Bâkiler'in hem de evine misafir oluyorum? Allah'ım bu ne mutluluk? İşte edebiyatın şahdamarı karşımda duruyor... Dünya gözüyle görüyorum O'nu. İçimdeki duyguları anlatmaya kelime yetmiyor... Ya eşi, Ayşe Bakiler ablamız... Kırk yıllık dost yolunu gözler gibi kucaklıyor beni... Kucaklamıyor, bağrına basıyor... -Buyurun, hoş geldiniz... -Hoş bulduk... Misafir karşılama böyle olsa gerek, dost ağırlamak böyle... Onların inanılmaz mütevazılığına rağmen ben inanılmaz heyecan içindeyim... Yüzüm elma gibi al al... Avuçlarım terden sırılsıklam... Ellerim yüreğimden tedirgin... Ne, sorduğum sorular benim artık... Ne, dinlediğim cevaplara hakimim... Engin kültürü ve tecrübesiyle Yavuz Bülent Bâkiler'e teslimim... O esnada bir ikrâm geliyor... Kırk yıl hatırı olan bir fincan kahve ikrâmı... Önümüzde bembeyaz dantelle süslenmiş bir fiskos masası... Masallardaki gibi. Bana sunulan kahveyi alıp fiskos sehpasına bırakacağım. Ama nerde?.. Sorulara hakim olamayan dilim gibi kahveye de hakim olamıyor elim... Eyvah, işte döküyorum kahveyi... Hem de fiskosun üzerindeki bembeyaz dantelin üstüne... Simsiyah... Her şey buraya kadar... Rüya bitti... Allah'ım ben ne yaptım? Yüzümdeki heyecan, utanç ve mahcubiyete dönüştü... O kadar utandım o kadar üzüldüm ki... O misafirperver saygıdeğer insanların "Aa ziyanı yok" türünden teselli sözleri, utancıma zerre ilaç olmuyor... O mahcubiyetimi hiç unutmadım, hiç unutmayacağım... Ama o güzel insanların o güzel teselli ve misafirperverliğini de... Röportaj bitmiş, ben de tükenmiş, hepsinden önemlisi kahvemi dökmüş ve de mahcup olmuş halde oradan ayrılıyorum... Tezimi hazırlıyorum ve mezun oluyorum... Artık bir öğretmenim... Ülkemin çocuklarına ülkemin birikimini, tarih ve kültürünü anlatmanın aşkıyla görev yerlerimize koşuyoruz... İzmit'teyim... Öğrencilerime öğrendiklerimi öğretmeye çalışıyorum. Yavuz Bülent Bâkiler'e hayranlığım hiç dinmiyor... Yine düşünüyorum: "Kendisini öğrencilerimle tanıştırmak istesem davetimi kabul eder mi?" Elbette, diyor ve geliyor. Öğrencilerle güzel bir program oluyor...Yıllar geçmiş aradan... Saçlarına düşen aklar çoğalmış... Ama dili, hâlâ olabildiğince gür, olabildiğince dinç... Kendisine her şey için teşekkür ederken soruyorum: -Ayşe Ablamız ne yapıyor? Bir edebi nükte ustalığıyla gülerek cevap veriyor... Hem beni, hem hatıralarda kalan o unutulmaz ânımı hatırlatan bir cevap: -Ayşe Abla sana bir kızgın bir kızgın(!)... O günkü kahvenin fiskosunu yıkıyor, yıkıyor çıkmıyor. Meryem Aybike Sinan-Kocaeli > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00