Beş yıldızlı bir otelin girişine yanaşan ve şimdilerde "eski kasa" olarak anılan yılların yorgunluğu üzerine çökmüş bir arabadaki adam, camı indirip güvenlik görevlisine baktı.
Aslında otelin şaşaalı silüetinin düştüğü bahçe girişindeki kulübeden çıkan siyah elbiseli adamın bakışları daha çok cümleler içeriyordu. Şoför o sessiz konuşmada o cümleleri aklına yazıverdi hemen.
Böyle bir arabanın böyle bir otelde ne işi vardı? Ama sürpriz bu değildi. Şoför sıcaktan bunalmış bir vaziyette, falanca kişiyle randevum var, dedi. Adamın şaşırması bir tık daha arttı. Arabadaki adamın söylediği isim beş yıldızlı otelin müdürüydü. Hani kapısının bile önünden geçemediği, bir gün bile olsun otele girişte onlara selam vermemiş insan.
Bir kez daha sordu. Olur ya yanlış duymuştur. Adam aynı ismi söyledi. Kulübeye yürürken bir kere daha döndü baktı.
Telefon ettiği ve belki de müdürün sekreterini aradığı camın arkasından görülüyordu. Konuşma bitti ve adam dışarı çıktı. Elindeki alete bastı bariyer açıldı.
Biraz önce “Evet o kişiyi bekliyoruz” demişlerdi. İnanamadı. Gelirken yüzünde bu inanamamanın hissiyatı vardı. Adama arabayı park edeceği yeri gösterdi. Şoför arabasını iki büyük arabanın arasına park etti. Belki o arabanın tekerleri kendi arabasından daha pahalı olabilirdi. Dikkatle açtı kapısını. Merdivenleri çıkarken, eski arabadan inen adam değildi artık.
Nerede durduğun değil, ne kadar kazandığın öne çıktığında, o kazançlarla itibar sağlanır. Bu Nasreddin Hoca’nın ye kürküm ye fıkrasındaki gibi.
Büyüklük, paranın büyüklüğü ile ölçüldüğünde istediğin sözü söylemeye ve kaba saba hareket etmeye hakkın var zannedersin. Öyle de yaparlar. Hayatta bazı ölçüleri değiştirmek, güzel cümleler kurup hayalî şeyler satmakla olmuyor. Bindiğin arabayla ölçülüp, taktığın saatle kıyaslanıp, giydiğin elbisenin markasıyla tartılırsın. Ve seni çağırana söz vermeyip suyunu bile içersin.
Otele giden adam sonra ne mi yaptı? Bu tür görüşmelere giderken arabasını yıkattı.
Serhat Yahyaoğlu
ŞİİR
Olmuyor
Fikrimce bazılar bozar düzeni,
Mazlumu iteler, haylar ezeni,
Camiye koşturur, duyup ezanı,
En ön safta diz kırmakla olmuyor.
Diliyle dilimler hakkı bâtıla,
İster ki her söylediği yutula,
Sanar fikri her pazarda satıla,
Yalanlara hız vermekle olmuyor.
Razılar mı senden eş, evlat, bacı?
Giyersin ötede ateşten tacı,
İsminin başına eklenen 'hacı',
Kara taşa yüz sürmekle olmuyor.
Fitne, fesat, entrikanın kaynağı,
Cenaze yaslısı, düğün oynağı,
Nerden gelir bu derenin kaynağı,
Fotoğrafa poz vermekle olmuyor.
Gıyabî uzak dur, aklın var ise,
Böylesi ortaktır melun iblise,
Uzun lafın hulasası, hadise,
Tutulmamış söz vermekle olmuyor.
Mustafa Özkahraman
UNUTULMAZ KELİMELER
MUHANNET: Alçak, namert olan (kimse):
NAFİLE: 1. Yararsız. 2. Boşuna, faydasız. 3. İbadette bir kimsenin dinen zorunlu olmadığı hâlde yalnızca Allah rızasını kazanmak amacıyla farz dışında kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve yaptığı her türlü hayırlı iş ve davranış.
İHSAN: 1. İyilik etme, iyi davranma. 2. Bağışlama, bağışta bulunma. 3. Lütuf 4. iyilik.
RİYAKÂR: İkiyüzlü.
HASİS: 1. Cimri 2. Bayağı, adi olan.
GUDUBET: Yüzüne bakılamayacak kadar sevimsiz ve çirkin.
MUFASSAL: Ayrıntılı.
İHRAÇ: 1. Çıkarma, dışarıya atma. 2. İlişkisini kesme. 3. Ticaret anlamında yurt dışına mal satma.
ENCÜMEN: Alt kurul.