Ekonomiye dinî bir bakış...

Sesli Dinle
A -
A +

Birkaç sene evvel, Nominal GSYH ekonomi verilerinde [Ülke sınırları içinde, belirli bir dönemde üretilen nihai (en son) mal ve hizmetlerin toplam parasal değeri ölçümünde] Türkiye olarak, dünya sıralamasında [208 ülkenin de içinde bulunduğu 215 kişilik listede] 21. sırada idik. Şimdi ise 18. sıraya yükselmiş bulunmaktayız ki bu dünyanın en büyük yirmi ekonomisi içinde olduğumuzu gösterir. Lâkin ibretlik ki, gelir dağılımında dünya sıralamasında en altlarda yer alıyoruz.

 

Bir başka veriye göre ise Türkiye’de bulunan “en zengin” %20’lik kesim, gelirin %47,5’ini alırken, Türkiye’deki “en yoksul” %20’lik kesim ise gelirin sadece %5,9’una sâhip...

 

Peki bu orantısızlığın sebebi nedir? Biraz eskiye gidelim… Devir Osmanlı, zekât ve cizye ile oluşturulan sosyal fon, kusursuz bir işleyiş ile servet eşitsizliğini engelliyor, nasıl mı? Amil denilen memurlar tarafından düzenli olarak toplanan zekât, günümüzdeki vergiler gibi yıllık gelir üzerinden değil; kişinin mevcut bulunan serveti üzerinden hesaplanırdı. Böylelikle, zenginin düzenli olarak mal mevcudunun kırkta birini vermesi ile aşırı zenginleşmesi engellenirken; fakirin de aç kalmaması sağlanırdı…

 

Bu sistem içinde, aç açıkta kalan kimse olmadığından, o noktada artık hırsızlık sâdece bir hastalık sayılırdı ki, ibret olsun diye cezası kesile. Bu sebeple ukûbat denen ihlal cezaları ancak İslâm’ın bütünüyle tatbik edildiği yerlerde hayata geçirilebilirdi.

 

İşte Türkiye 85 milyonluk dinamik bir nüfusa sâhipken, bu termoekonomi denen gelir dağılımı eşitsizliklerine çözüm bulunamamasının temel sebebi budur. Belki de bu sebeple, Prof. Scwartz; "Hukûki kânunlar, öteden beri insan zekâsının ancak eksik bir ifadesi olabilmişlerdir" der…

 

Dünyevî ve uhrevî huzurun tek çaresi, hakikatleri fiil sahasına çıkartarak mutlak adâleti sağlayan tek sistem İslâm’dır. Ve hiç şüphesiz ki, bugün bütün dünya İslâmiyet’in esas aldığı sistemi arıyor…

 

     Mücellâ Pamukoğlu

 
 
ŞİİR
 
    
     Sevgiler seli...
 
Sayısız mahlukatın izlerinde aradım,
Rahmetinin sırrına ulaşamadım,
Seni bulmam için tanımam gerek
İşaretin Muhammed, anlayamadım.
 
Resulüne salevat getiriyorsun,
Müslüman âlemine emrediyorsun,
Nurunu, Habibinden yansıtıyorsun,
İşaretin Muhammed anlayamadım.
 
Yarattığın kâinat onun nurundan,
Yusuf'un güzelliği onun nurundan,
Yağdırdığın yağmurdan inen rahmeti,
Acemi olduğumdan anlayamadım.
 
Sana yaklaşan bu yaşlı beden,
Beni yaratanı tanıyamadım.
Ben seninleyim diyorsun ama
Ben kiminleyim anlayamadım!
 
     Mustafa Aydın
 
 
 
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür)
 
"Din büyüklerimiz buyurdular ki: Cenab-ı Peygamber Muhammed Mustafa (aleyhissalatü vesselam) hadîs-i şerifte (Dünya ahiretin tarlası) buyuruyorlar. Yani, bu dünya ahiretin tarlasıdır ama dünyanın demiyor (ahiretin tarlasıdır) diyor. Mülk yüce Allah’ındır (celle celalühü).
Bunu Hazret-i Ali (radyallahü anh) (El mülkü lillah) diye parmağında yüzüğüne kazıtmış ve mühür yapmıştı. Eğer şahsınızın olsa, alır oraya da götürürdünüz. Hâlbuki burada bırakıyoruz. Bizim olmasını istiyorsak bunları Allahü teâlânın yolunda tasadduk edelim, ibadet niyetiyle sahip olmaya çalışalım. Başkalarının sahip olduğu mala mülke bakıp rahatsız olmaya gerek yoktur. Biz kendi işimize bakalım...
Eden kendine eder. Başkalarının takdir veya tenkidine göre yaşayanlar, dünyada olmasa da ahirette mutlaka pişman olacaktır. Ama Allah için olursa korkma. Evlilik de böyle, iş de öyle, her şey de öyledir."
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.