Vaktiyle çok meşhur bir tabip yaşarmış. Halk arasında kendisine “zamanın Hipokrat’ı” denilirmiş. Öyle ki, dönemin Beyi dahi rahatsızlandığında ona başvururmuş...
Günlerden bir gün, hekimin evine birtakım kıymetli eşyalar gelmiş. Hekimin oğlu sevinçle ve şaşkınlıkla sormuş:
-Baba, nedir bu hediyelerin hikmeti?
Hekim tebessüm ederek cevap vermiş:
-Oğlum, senden gizleyecek değilim ya… Geçenlerde Bey biraz keyifsizdi. Beni çağırdılar. Baktım girişte bolca badem kabukları gördüm. Ardından beyin idrarına baktım, nabzını tuttum ve dedim ki: “Siz badem yemişsiniz. Bademin hazmı zordur, sizi rahatsız etmiş.” Tahminim tutunca bey de teşekkür kabilinden bunları gönderdi.
Oğlu heyecanla:
-Babacığım, ne olur müsaade et de bir dahaki sefere ben gideyim Beye. Nasıl olsa senden öğrendiklerim var. Hem sen de her çağrıldığında gitmemiş olursun; kıymetin artar, der.
Nitekim bir süre sonra Bey tekrar rahatsızlanınca bu kez hekim yerine oğlu gitmiş. Genç adam, babasından öğrendiği gibi hastanın nabzını tutmuş, idrarına bakmış ve demiş ki:
-Beyim siz eşek eti yemişsiniz. O size dokunmuş. Eşek eti ağırdır, zarar verir.
Adam öfkeyle kükremiş:
-Bre densiz! Ben eşek eti yer miyim? Bu ne saçma bir şey. Atın bunu dışarı!
Korumalar genci tekme tokat dışarı atmış. Perişan hâlde eve dönen oğluna babası sormuş:
-Evladım, ne oldu sana?
-Babacığım, senin usulünü uyguladım. Beyin kapısında bir eşek palanı gördüm. Dedim ki, herhalde beye eşek eti yedirdiler. Nabzına bakarken de bunu söyledim. Fakat beni döverek dışarı attılar...
Baba oğlunun yaptıkları karşısında şu ibret dolu sözü eklemiş:
“Gerçi âlemde çoktur cahil, cehlini bilmemek durur müşkül.” Bu konuya yarın da devam edeceğim...
Selman Devecioğlu
ŞİİR
Dünya dediğin ahiretin öncesi,
Biter mühlet elbet, ruh aşar kafesi
Kesilir ömre dönüş bileti ansızın
Dünya dediğin meşgalenin kalesi
Çektik kürek, hayal besleyen gönüle,
Hakikati gömdük, ulaşmadık sahile,
Damlası asumanda takılı kaldı;
Yâr, muradın inmez, ağyardır nafile...
Ne gülü gerçek ne gülüşü âlemin
Nefes, nefsin nefesine esaretimin,
Akıl, taşsız mezar olmuş muhayyel kalbe,
Yolcusu sorulur, yolu sorulmayan seferin
Ne güneş kaldı ne ay, kabirde ahval
Artık dil senin değil, gözler senin değil
Ne söyledin ne gördün öyle zor ki bu hâl
Feryadın ruhunda bağırır, can cansız değil.
Hani nerde, boş muratların isteği, yetişsin
İki cihan kabirde kesişsin, dillensin,
Aman vermez sualler, sıratı geçiversin;
Selim, sel vurur kaleni, ölüm geçiversin...
Yavuz Selim Bulut
ALÂEDDİN KEYKUBAT: Sultan Alâeddin Keykubat zamanı, Türkiye Selçuklularının en kudretli, en müreffeh ve en parlak devri olarak geçti. Anadolu’nun emniyeti için başta Konya, Kayseri ve Sivas olmak üzere şehirleri surlarla tahkim ettirdi. Moğol tehlikesine karşı hudutlarda tedbir aldı. Bu işleri sırasında fetihlere de devam etti. Askerî ve ticari önemi büyük olan Kolonoras Kalesini muhasara altına adı. 1221 senesinde kaleyi fethetti. Buraya, Sultanın ismine nispetle Alâiye denildi. Moğol tehlikesine karşı tahkim ve askerî tedbirler yanında diplomatik yola da başvurdu. Moğol Ögedey Kaan’a elçi gönderip barış yaptı.
Alâeddin Keykubat, saltanatı zamanında Türkiye Selçuklu Devleti'ni Moğol istilâ ve zulmünden korudu. Alâeddin Keykubat, 1 Haziran 1237 tarihinde Kayseri’de vefat edince yerine İzzeddin Kılıçarslan’ı veliaht tayin etmesine rağmen büyük oğlu Gıyasettin Keyhüsrev tahta geçti.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...