Dün paylaştığım Şeyh Şadi Şirazi hazretlerinin o hikâyesini okuyunca, üniversiteyi bitirdikten sonra yaptığım üç aylık geçici öğretmenlik günlerim aklıma geldi.
Peşinen söyleyeyim. Kesinlikle hiçbir öğrencime bir fiske bile vurmadım. Hak etmedikleri için değil, kendime verdiğim sözden dolayı… Bence dayak, bir terbiye aracı değildir. Oysa biz, “Hocanın vurduğu yerde gül biter” anlayışından gelmiştik. Bize velilerimiz, öğretmene saygıdan dolayı böyle öğütlemişlerdi.
İyi ve çalışkan bir öğrenci olduğum hâlde haksız yere birkaç kez öğretmenimden tokat yemişliğim vardır ama bir defa bile eve gidip “Anne, öğretmen, beni haksız yere dövdü” diye serzenişte de bulunmadım. Hoş, bulunsak ne olur? O yılların velileri olarak eminim annemin vereceği cevap “Öğretmenin ellerine sağlık” olurdu. Çünkü eskilerde, çocuğu okula yazdırdığında “Eti senin kemiği benim” anlayışı hâkimdi.
Bugün, maalesef eğitimde geldiğimiz nokta çok farklı bir yerde… Bence, disiplini sağlamak ve öğrencilerin haklarını korumak için öğretmenleri disipline etmekle beraber öğrencinin disipline olabilmesi için de öğretmenin aldığı veya alacağı disiplin kurallarına da bir o kadar müsaade edilmelidir. Unutulmasın ki öğretmen de insan… Biraz, empati yaparak düşünelim. Bir öğretmen, haddini aşan, gençlik duygusuyla sağlıklı düşünemeyip sınıfta yaramazlık yaparak dersin düzenini bozan, diğer öğrencilere öğretmenin ders anlatmasına bu şekilde engel çıkaran bir öğrencisine tamam fiziki şiddet uygulamasın ama ona disiplin uygulayabilmeli ve gerekirse disiplin cezasına başvurabilmelidir. Bu hem öğrenci için hem eğitim için çok önemlidir. Duyduğuma göre; öğretmenler, bugünlerde öğrencilere ceza bile vermeye korkar olmuşlar. Eğer öğrencilerin okulda yaptıkları yaramazlıklar, yanlarına kâr kalırsa çocuk aklına esen her şeyi yapabileceğini zanneder. Çocuk, işlediği suç, hata veya kusurdan dolayı, eğer bir yaptırıma maruz bırakılmazsa her yaptığının doğru olduğunu düşünür. Ve o çocuk hayatın gerçekleriyle karşılaştığında şoke olur… Olan yine hem çocuğa hem ebeveyne olur…
İhsan Ağır
ŞİİR
ÖZGÜRLÜK
Hayal, tefekkür, rüya ve sonrası kâbuslar
Özgürlüğü susturan kapalı cam fanuslar,
Gürültülü gün içi; yapayalnız geceler,
Hürriyet şarkısını fısıltıyla heceler…
Hayalet gibi gizli bitmeyen düşünceler,
Silin şu yüzümdeki yorgunluk çizgisini,
İşitmek istiyorum kurtuluş ezgisini…
Nasıl görmez bu gözler ışıkla kamaşırken,
Nasıl susar bu dilim çavlan gibi taşarken?
Mutluluk çok uzakta bir çukurda çok derin,
Rüzgârı tutamam ki hem kuvvetli hem serin.
Düşlerdeki âşığım beni çeksin ellerin,
Bir kuş, bir kelebek ol, tebessüm ol yüzümde,
Bir beyaz gül, bir lale, bir bahçe ol gözümde.
Yeleleri ateşten gemli, ağzı köpüklü
Bir kısrağa binerdim sırtımda şiir yüklü.
Zalimce umutlarla artık ürperiyorum,
Çıplak hayallerimi sehere veriyorum.
Gam nakışlı yorganı üstüme seriyorum,
Arıyorum sürekli bembeyaz sahilimi.
Ey dalgalar kabarın özgür kılın dilimi…
Afet İnce Kırat-Mersin
DUYGU DAMLASI
“Açmazsan gözünü, açarlar gözünü... Pire için yorganı yakma... Bal tutan parmağını yalar... Bacası eğri amma dumanı doğru çıkar... İki cambaz bir ipte oynamaz... Baba bilgisiyle adam, adam olmaz... Terk edersen, terk olunursun... İnsan, insanla insan olur... Başını taşa vurmadıkça, akıl başa gelmez... Bir günlük beylik, beyliktir... Beline, diline, eline sahip ol... Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın…” [Oktay Artun]