Konunun başlığına “A4’ün arkasındaki hikâye" de diyebiliriz... Masamın üstünde bir tomar kâğıt duruyor. Elimi uzatıp bir tanesini çekiyorum; sıradan bir A4. Dilekçeler, sözleşmeler, sınav kâğıtları… Hayatımızın neredeyse her alanına sızmış bu kâğıt parçası o kadar tanıdık ki, insan bir an durup “Neden tam bu ölçü?” diye sormayı akıl etmiyor. Oysa bu 21 x 29,7 santimetrelik dikdörtgen, matematiğin, mühendisliğin ve standartlaşmanın sessiz bir zaferi.
A4’ün ölçüsü tesadüf değil; arkasında 1’e karekök 2 oranı var. Yaklaşık 1’e 1,414.
Bu oran sayesinde, bir A3 kâğıdını ortadan böldüğünüzde elinize tam bir A4, bir A4’ü böldüğünüzde ise A5 geçiyor. Fotokopi makinelerinde büyütme ve küçültme, dosyalarda katlama, kitapçık yapma gibi işler bu yüzden bu kadar kolay ve problem olmadan çözülüyor. Yani elimizde tuttuğumuz o sıradan kâğıt aslında çok özel bir pratikliğin ürünü.
Bu hikâye 18. yüzyılda başlıyor. Alman bilim adamı Georg Lichtenberg, karekök 2 oranının avantajlarını fark ediyor. Yüzyıl sonra Dr. Walter Porstmann bu fikri alıp 1922’de DIN 476 standardı olarak Almanya’da hayata geçiriyor. 1975’te de dünya, ISO 216 standardıyla bu ölçüleri resmen kabul ediyor. Bugün tüm ofisler, okullar ve yazıcılar bu sistemle çalışıyor.
Düşünün; eğer ölçüler keyfî olsaydı -mesela 20 x 30 santimetre gibi- her katlama, her çoğaltma işleminde oranlar bozulacak, işler içinden çıkılmaz hâle gelecekti. Biz farkında olmadan, kâğıdın ardındaki bu görünmez matematik hayatımızı kolaylaştırıyor.
Bir dahaki sefere bir A4 kâğıdı elinize aldığınızda, belki siz de şöyle bir bakarsınız:
“Bu sıradan gözüken kâğıdın arkasında, iki buçuk asırlık bir matematik hikâyesi var” diye. Ve belki o zaman, hayatımızın en küçük ayrıntılarında bile aklın ve standartlaşmanın meydana getirdiği bu sessiz düzeni daha çok takdir ederiz.
Mehmet Adil Ece
Elinde imkân olsa çok görmezdin herhâlde
Şu zamanı geçmişe döndürür müydün anne?
Sen de vardın babam da, sevgi vardı gönülde
İçimdeki yangını söndürür müydün anne?
Kirlendi sizden sonra dünya huzur vermiyor
Gönlüm hazan mevsimi kimse çiçek dermiyor
Tarumar oldu hayat, ümitlere ermiyor
Ömrüme katre umut bandırır mıydın anne?
Yakınmış, akrabaymış meğer çoğu hikâye
Bana dokunmayanlar yaşasın olmuş gaye
Ardınızdan tutmadı mutluluk denen maya
Yaşasan onlar gibi kandırır mıydın anne?
Aldığım nefeslerin kârından umudum yok
Çevremin yakınımın varından umudum yok
Bugün mutlu değilim yarından umudum yok
Beni çocukluğuma gönderir miydin anne?
Durmuş Tunacık
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "Mazhar-i Can-ı Canan hazretlerine, İmâm-ı Rabbani hazretleri mi, Abdülkadir-i Geylani hazretleri mi daha büyüktür diye sormuşlar. 'İkisi de üzerimizde birer bulut, ikisi de bizden yüksekte, hangi bulutun daha üstte olduğu bilinmez' buyurmuş. Aynı suali Abdülhakîm Efendi hazretlerine sormuşlar. Efendi hazretleri saatlerce Abdülkadir-i Geylani hazretlerini anlatmışlar. Herkes zannetmiş ki ondan büyük velî olmaz. En sonunda buyurmuşlar ki: Her şeye rağmen, ben İmâm-ı Rabbani hazretlerinin âşığıyım."
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...