İnsanoğlu, karşılaştığı her zorlukta kendisini kolaylıkla kuyudaki Yusuf ile özdeşleştirme eğilimindedir. Haksızlığa uğrayan, yalnız bırakılan ve anlaşılmayan kişi rolü, bireyin nefsine en uygun olandır. Bu bakış açısı, bir yönüyle masumiyetin ve mağduriyetin diliyle insanın kendisini rahatlatmasına imkân sağlar. Ancak aynı birey, nadiren de olsa, Yusuf’un kardeşleriyle yüzleşmeye cesaret eder. Oysa Yusuf’u kuyuya atan eller, yalnızca tarihin bir döneminde yaşamış kardeşlere ait değildir; her dönemde, her toplumda ve her bireyin nefsinde o ellerin izleri vardır.
Tasavvuf, insanın öncelikle kendi iç âlemine yönelmesini öğütler. Bu yöneliş, kişinin yalnızca maruz kaldığı zulmü değil, başkasına yaptığı haksızlığı da fark etmesini gerektirir. Zira insan, kıskançlıkla, bencillikle ya da ilgisizlikle farkında olmadan başkalarının hayatında kuyular açabilmektedir. Gerçek olgunluk, yalnızca “Ben Yusuf gibiyim” demekte değil, aynı zamanda “Ben kardeşler gibi oldum” diyebilme samimiyetinde saklıdır.
Toplumsal açıdan bakıldığında da benzer bir durum söz konusudur. Modern toplumlarda bireyler, sıklıkla adaletsizlikten yakınır, kendilerini dışlanmış ya da değersiz hissettikleri alanlarda Yusuf’a benzetirler. Ancak aynı bireyler, başkalarını ötekileştirdiklerinde, haklarını görmezden geldiklerinde veya kıskançlıkla değerlerini küçümsediklerinde, farkında olmadan Yusuf’un kardeşlerinin rolünü üstlenmektedirler. Dolayısıyla toplumsal huzurun ve adaletin inşası, yalnızca mağduriyet bilinciyle değil fail olma ihtimalini kabul etmekle de mümkündür.
Sonuç olarak hem bireysel hem toplumsal düzlemde hazreti Yusuf kıssası, mağduriyetin romantize edilmesinden öte, nefisle yüzleşmenin ve adalet bilincinin sembolü olarak okunmalıdır. Hepimiz zaman zaman kuyunun derinliklerinde kalırız; fakat aynı zamanda hepimiz, bir başkasını o kuyuya itme potansiyeli taşırız. Hakikate ulaşmanın yolu, bu iki hakikati birlikte idrak etmekten geçer.
Mehmet Alver-Fatsa
Dünyada kalırmış dünyanın malı,
Götüren gördün mü öbür tarafa?
Koskoca bağından, bir küçük dalı,
Götüren gördün mü öbür tarafa?
Âdemoğlu gözün doymayacak mı?
Yaratan sesini duymayacak mı?
Azrail canına kıymayacak mı?
Götüren gördün mü öbür tarafa?
Bankada kasalar parayla dolu,
Yaşarken mezardan geçmiyor yolu.
Muhammed ümmeti, Allah'ın kulu,
Götüren gördün mü öbür tarafa?
Mustafa Sinan'ım, dünya fânidir,
Uzak mı sanırsın, ölüm anidir.
Şirk koşan Firavun, söyle hanidir?
Götüren gördün mü öbür tarafa?
Mustafa Sinan Ay-Isparta
KABAK: Kabak, bir sıcak ve mutedil bölge bitkisidir. Şiddetli soğuk ve sıcakları sevmez. Kumlu, killi, derin ve havalı topraklarda yetişir. Tohumları ekilip çimlendikten sonra çapalamak, meyveler çıkmaya başladıktan sonra da sulamak gerekir. Özellikle sakız kabağı, kestane kabağı, helvacı kabağı önemli olup tıbbî olarak da kullanılmaktadır.
Diğer bazı kabak çeşitleri şunlardır: Bal kabağı: Kestane kabağının bir cinsidir. Eti sarıdır. Lif kabağı: Meyvelerinin iletim demetleri sıkı bir ağ teşkil eder. Su kabağı, meyvelerinin yarısı şişkin, yarısı dardır. Bu sebepten su kabı olarak veya ortadan boyuna kesilip kurutulduktan sonra maşrapa şeklinde kullanılmaktadır.
Kabak yemeğinin faydaları saymakla bitmez. Kabak cildi yumuşatır ve deriyi gerginleştirir. Kan dolaşımını rahatlatır. Hücreleri yeniler yeni hücreler oluşumuna katkı sağlar. Ciltte siyah nokta ve sivilcelere iyi gelir. İyi bir antioksidandır. İdrar söktürücü özelliği vardır... Sağlığınız için doktorunuza danışınız.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...