Erzurum’un efesi; Alvarlı Muhammed

Büyük bir ilim adamı ve derin âlim olan Alvarlı Efe, mevzubahis vatan olduğunda silahını kuşanıp talebeleriyle birlikte düşmanın karşısına dikilirdi..
MEHMET FATİH ORUÇ
fatih.oruc@tg.com.tr
Erzurum Havalimanı’ndan çıktığımızda, alışık olmadığımız keskin ve kuru bir hava bizleri karşıladı. Özellikle nemin çok kesif olarak hissedildiği İstanbul’dan geldiğimiz düşünüldüğünde hava ile ilgili bir tereddüt yaşamadan edemedik. Güneşe bakıp, ceketimizi valize mi koyalım yoksa yanımıza mı alalım kararsızlığı içinde kendimizi güneşin tatlı tatlı yakmasına bırakmışken, gölgeye geçtiğimizde, derinden gelen âdeta buzdolabı soğukluğu bizi yakalayıverdi ve içimizi ürpertti. Erzurum'da Türkiye’nin en şiddetli ve sert iklimi hüküm sürüyor. Senenin yarısında her yer karla kaplı oluyor. Yazın gündüz güneşin sıcaklığı ile kavrulurken, gece montla dolaşmak zorunda kalıyorsunuz. O yüzden siz, siz olun Erzurum’a gittiğinizde gündüz güneşine aldanmayın. İkliminin bu kadar sert olmasının sebebi de şehrin deniz seviyesinden yüksekliği. Hatta Erzurum, Anadolu’da bu özelliği taşıyan yegâne şehir. Âdeta bir yayla havası diyeceksiniz fakat şehir zaten bir yayla üzerine kurulmuş. Tabii ki etrafını çeviren Dumlu ve Palandöken Dağlarını da unutmamak gerekiyor.
İpek Yolu güzergâhı
Bütün bu zorluklara rağmen, verimli ovaları ve bulunduğu konum sebebiyle büyük ehemmiyet arz etmektedir. Her ne kadar sert havası sebebiyle tarım ileri seviyede olmasa da hayvancılığın da hatırı sayılır bir şöhreti vardır. Bunlarla birlikte, bir zamanların en mühim ticaret yolu olan İpek Yolu’nun güzergâhı ve hususiyetle tercih edilen mola noktası olmuştur. Bu sebeple tarih boyunca gözde yerleşim yerlerinden olma özelliğini kaybetmemiş ve günümüzde de bunu devam ettirmektedir. Sapsarı bozkır bitki örtüsünün arkasından şehir merkezine girdiğimizde, karşımızda cıvıl cıvıl ve hareketli bir şehir bulduk. Sert iklimine rağmen güler yüzlü insanlarıyla muhteşem bir Erzurum bizi karşılıyordu.
Her yanı zenginlik
Toprağın üstünü bu kadar anlattıktan sonra gelelim şimdi toprağın altına. Erzurum âdeta maneviyatla yoğrulmuş topraklara sahip. Birçok veli zatı ile meşhur ve bu onlar için de büyük bir şeref kaynağı. En başta Abdurrahman Gazi olmak üzere, yakın zamana ışık tutan Taşkesenli Ahmet Efendi, İbrahim Efendi ve nesillerinden gelen birçok evliya nurlandırmışlar bu kurak toprakları. Hele bir Alvarlı Muhammed Lütfü Efe var ki; ne kadar kahraman olduğunu, ne kadar mübarek olduğunu sayfalar dolusu yazsak anlata anlata bitiremeyiz. Bakmayın Erzurum’u anlatmaya daldık fakat yazımızın maksadı aslında sizlere Alvarlı Muhammed Lütfü Efe’nin hayatından kısa da olsa bir kesit sunabilmek. Bu arada dadaş diyarının vatan âşığı, çocuğundan en yaşlısına kadar kahramanlıklarını anlatmaya gerek bile yok. Nene Hatun karşımızda bir abide olarak duruyor zaten. İnşallah başka yazılarda bütün bu şahsiyetleri da anlatmak nasip olur diyelim ve biz ‘Dadaşların Efesi’ne dönelim.
ALVAR İMAMI
Nakşibendi büyüklerinden
Alvarlı Efe, Nakşibendi yolunun büyüklerindendir. Erzurum'un Hasankale ilçesinin Kındığı köyünde doğdu. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra Erzurum'daki tanınmış bazı âlimlerin derslerine devam etti ve Bitlis'e giderek Silsile-i Aliyye büyüklerinden olan Taha-i Hakkâri’nin rahmetullahi aleyh halifelerinden Muhammed Küfrevî hazretlerine talebe oldu. Batıni ilimlerde ilerledi ve icazet alıp halifesi oldu. Alvarlı Efe, büyük bir ilim adamı, derin âlim olmasının haricinde aynı zamanda da düşmana karşı silahlanıp, talebeleri ile birlikte onlara mücadele eden bir gaza ehli idi. Rusların istilası sebebiyle Erzurum’a geldi. Burada herkesi silahlandırdı ve başta kendisi olmak üzere büyük mücadeleler verdi. Rusların çekilmesi sonrasında, Ermeniler onların da desteği ile görülmemiş bir kıyım uygulamaya başladı. Bunun üzerine Muhammed Lütfi Efendi toplamış olduğu müfreze ile hareket geçti ve yapmış olduğu mücadele ile bölgenin kurtulmasına vesile oldu. Doğunun Ermeni mezaliminden kurtarılmasından sonra tekrar Hasankale'ye döndü. Kendisine Hasankale müftülüğü teklif edildi ise de kabul etmedi. Bu sırada Alvar köyü insanlarının ısrarlı istekleri üzerine oraya yerleşti. Bundan sonra halk arasında "Alvar İmamı" ve "Efe hazretleri" unvanıyla tanındı. 12 Mart 1956'da vefat etti. Cenazesi Alvar köyüne defnedildi.
HEDİYE VERMEYİ ÇOK SEVERDİ
Her gün en az yirmi misafir ağırlardı
Efe hazretlerinin huzuruna girenler büyük bir ferahlık duyarlar ve manevi bir lezzete kavuşurlardı. Onu görmek için; içlerinde paşalar, bürok-ratlar, müftüler de dâhil olmak üzere, Türkiye'nin dört bir yanından insanlar gelirdi. Onu gören, tanıyan herkes kendisinin Peygamber efendimizin ahlakı ile ahlaklandığını ve her hâlini ona uydurduğunu söylerlerdi.
Misafirperverdi. Herkesi severdi. Zaviyesinde her gün en az yirmi misafir bulunurdu. Misafirleri uzaktan geldiyse, gece evinde ağırlar, sabah kahvaltılarını verir, dertlerini dinler ve uğurlardı. Altmış sekiz sene misafirsiz bir sofraya el uzatmadı. Çok cömert idi. Herkes ve bilhassa varlıklı kimseler kendisine hediyeler gönderirdi. Fakat o bunlara hiç elini sürmezdi. Bunları minderin altına koyar, evlenmek isteyenler, borcunu ödeyemeyenler ve cenaze masrafları vs. gibi sebeplerle kendisine gelenlere dağıtırdı. En büyük zevki hediyeleri layık olduğu yere ulaştırmaktı.
İlim, irfanı önemserdi
Efe hazretlerinin en çok sevdiği işlerden biri de ilim talebelerine yardım etmekti. İlme, irfana çok ehemmiyet verir, Erzurum'da medreselerde okuyan talebelere maddi manevi yardımlarda bulunurdu. Alvar'da bir medrese kurarak gelenlere Kur'ân-ı kerim ve fıkıh dersleri verdi. Kur'ân-ı kerim okunmasının ve ilim öğrenmenin yasaklandığı devirlerde, İslamiyetin emirlerinin unutulmaması için fevkalade gayret gösterdi.