İç yakan bir üretici hikâyesi

A -
A +
Ahmet, Arif ve Musa iş ortağı üç kardeşti.
Kızılırmak deltasında tarımla uğraşıyor, besicilik yapıyorlardı.
İneklerini Sivas'ın uçsuz bucaksız meralarına salıyor, yılın sekiz ayını böyle savuşturuyorlardı.
Kar altında geçen dört ayda ise tarlalardan elde ettikleri saman, arpa, yonca ve yulafı yediriyorlardı hayvanlara.
Bir gün Musa "Ben sütçülük yapacağım. Siz çok gelenekçisiniz" diyerek kardeşlerinden ayrıldı.
Hesabını gördüler Musa'nın.
Genç üretici, devletin desteklerini takip ediyor, kredi imkânlarını sorguluyor, ata toprağında büyüme hayalleri kuruyordu.
Avrupa Birliği tarafından aday ülkelere destek amacıyla oluşturulan teşvik programına başvurdu. Projesine yüzde 70 hibe aldı. Köyüne büyük bir besihane kurdu. Neredeyse cebinden para çıkmadı. Milyonluk tesis bedavaya geldi. Üreterek kazanacaktı. Yerli ırkın süt verimi iyi değil, diyerek Almanya'dan 80 tane Holstein cinsi inek getirdi. Çiftliğine işçiler aldı.
Besihanesinde oluk oluk süt sağıyordu.
Fakat 2018'de dolar kuru çiftetelliye başlayınca Musa'nın işler de sarpa sardı.
Alman ineği, ithal yemden başkasını yemiyordu zira. Dolar arttıkça yem fiyatları katlandı.
Meraların içinde ithal yeme mahkûm olan Musa, sütten elde ettiği geliri olduğu gibi yeme yatırmaya başladı. Tabii yetmedi. İşçisini azalttı. Çizmeleri giyip ahıra daldı. Yine yetmedi. Çaresiz bankaların yolunu tuttu. Bir süre sonra çektiği kredileri de ödeyemez oldu. Bankalar peşine düştü. Musa sadece kendisini değil sülalesini de zora soktu. Yakınları ona kefil olmuştu. Rica minnet bankalarla oturup anlaştı, yapılandırmaya gitti.
Bu sırada inekleri elden çıkarmaya başladı. Sattıkça gelir azaldı. Gelir azaldıkça borca saplandı. Elde avuçta ne varsa satıp savdı. Üç yıl sonra koca ahır boşaldı...
Diğer kardeşlerinin elinde 80 hayvanı vardı. Bildikleri doğrudan şaşmayan iki ortak sayıyı 200'e çıkardı. Hâlâ yılın altı ayı hayvanlarını merada otlatıyorlar. Köylerindeki herkes şehre taşındı. Meralar onlara kaldı. Tarlalarından çıkan samanı, arpayı kullanıyorlar. Sadece çoban parası ödüyorlar...
Markette bir kilogram sütün fiyatı 18 lirayı görünce aklıma Sivaslı Musa'nın hikâyesi geldi.
Ekonomist değilim. Ahkâm kesmek istemem. Ancak vaziyeti görmek için ekonomist olmaya gerek yok!
Musa'nın derdi, üreticinin derdi... Büyük entegre tesislerinin sıkıntısı da, girdi maliyetleri.
Ürünün ambalajından, paketlendiği kartonuna, şeffaf poşetinden enerji giderine, her kalemde artış ithal olduğu için totalde 'zam dağı' olup çıkıyor.
Üretimi artırmak için faizi indiriyorsun. Bu sefer kur yükseliyor. Kur yükselince üretim maliyeti artıyor. Çünkü dışa bağımlısın. İhracatın artışı bile ithalata bağlı.
Bu kısır döngüden kurtulmadıkça, ham madde millîleşmedikçe, tansiyonu fırlatan saiklerin tedavisi yapılmadıkça Musa'lar çok ağlar...
 
 
Güven tarifi
 
Felsefeci Teoman Duralı'yı geçen hafta kaybettik.
Duralı'nın kulağıma küpe bir sözü var:
"Hayatta en hakiki mürşit ilim değil güvendir. Çünkü güven olmazsa o ilim tehlikeli bir hâl alabilir!"
Türkiye'nin bugün yaşadığı da o.
Vatandaş niye kendi parasına değil de dolara yükleniyor? Perakendeci niye mal saklıyor? Millet niye mal stokluyor? Esnaf niye fiyat vermeye çekiniyor?
Önce bu soruların cevabını vermek gerek.
 
 
Hasan'a ne diyelim?
 
Çocukluğumuzda TRT'de Ersin İmer isimli bir hava durumu spikeri vardı.
Bir gün Marmara ve İç Anadolu'da zirai don olayları görülebileceğini anlattıktan sonra "Hepinize donsuz geceler" deyiverdi.
Adamın hayatı kaydı. İnsan içine çıkamayacak hâle soktular.
Otuz yılda ekranlarda her şey ters yüz oldu.
Şimdilerde seyircinin yüzüne ana avrat küfretmek moda.
Hasan Can Kaya diye sunucu var. Hazırcevaplığıyla bilindi. YouTube'da program yapıyordu. Acun Ilıcalı ondaki “küfür potansiyelini" görünce, transfer etti.
Programında galiz küfürler ediyor. Kızın babasına saydırıyor, ötekine "çok şerefsiz bir çocuksun" diyor, karşısındaki de en güzel iltifat cümlelerini görmüşçesine gülüyor, ona alkış tutuyor.
"Bana bir fantezini anlat" diye başlayan cümlelerin muhatapları arasında kimler yok ki... İş adamları, CEO'lar, akademisyenler, polisler, öğretmenler... Başı açıklar, başı kapalılar yılışarak -onun deyimiyle- "bir s.ç.ş hikâyesini" anlatıyor.
Bir diyaloğu sosyal medyada gündem olunca RTÜK inceleme başlattı. Oysa Kaya uzun süredir ekranda.
Ama yine de o çocuğa bir şey diyemiyorum. Geneli yansıtmasa bile kumaş bu zira!
Bir parti başkanının meclis kürsüsünden edebe mugayir el hareketi yaptığı, kadın parti başkanının "yavşaklar" diye bağırdığı, bir milletvekilinin şehit yakınına galiz küfrettiği ortamda Hasan'a ne diyelim?
 
Şehir efsanesi çöktü mü yani?
 
Türkiye'de reyting ölçümlerini TİAK (Televizyon İzleme Araştırmaları Anonim Şirketi) yapıyor.
Anadolu Ajansı, hafta içi TİAK Genel Müdürü Dursun Güleryüz ile yapılmış bir röportaj yayınladı.
Güleryüz'ün verdiği bilgiye göre televizyonu en çok İzmir'de oturanlar, en az Ankara'dakiler izliyormuş.
15-34 yaş grubundakilerin televizyon izlemediği bir şehir efsanesiymiş. Bu gruptakilerin ekran başında geçirdiği süre artış bile göstermiş.
TİAK gizli hanelere PeopleMeter diye adlandırılan ölçüm cihazları takıyor. Bu cihazlardan 4 bin 300 hanede var. Evdeki herkesin bir kumandası bulunuyor. Güler bu yüzden "16 bin kişiyle raporlama yapıyoruz" diyor.
Bu rakam reyting ölçüm sistemi için yeterli midir, sağlıklı mıdır bilemem. Ama Z kuşağının televizyondan kopmaması dikkat çekici.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.