Sürülen tarlalar!

A -
A +

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun siyasetteki özlü sözleri zaman zaman sosyal medyada paylaşılır. Bana göre onun en çarpıcı ve ders niteliğindeki deyimi ise nedense görmezden gelinir. O, 2009 yılında parti örgütlerine yönelik provokatif sızmalara neden engel olmadıklarını soran bir gazeteciye, “Bizim tarlamızı çok önceden sürmüşler” cevabını vermişti. Belki bir zaafın ürünü olduğu için bu çarpıcı ifade nisyana terk edilir. Hâlbuki derinliğine tahlil edilse bu söz, hem gençlerimize hem de günümüzün ve geleceğin siyasetçilerine en büyük ikaz olarak yeter. Dolayısıyla üzerinde milletçe durmamız ve asla unutulmaması gereken bir söz olmuştur.

Zira sürülen sadece Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarlası değildi! Milletin tarlası sürülüyordu...

Ne zaman başlamıştı bu tarla sürme hadisesi? Bunu bilmeden ve gerekli tedbirleri almadan asla tam bağımsız olmanız mümkün değildir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde Tanzimat'la bu kapı aralanmıştı.

Misyoner okulları uzun süre gayrimüslim tebaa üzerinde çalıştı.

Osmanlı devlet adamları da mason örgütlerine sokularak kullanışlı piyon hâline getirildi. 

Bütün bu faaliyetler 40 sene içerisinde semeresini verecekti. 

Artık yerli misyonerler çoğalmaya başlamıştı...

II. Abdülhamid Han saltanata geçtiğinde bilhassa eğitime büyük önem verdi... Sayısız mektepler açtı. İngiltere ve Avrupa ile müthiş bir var olma savaşı vermeye başladı.

Kurmuş olduğu güçlü istihbarat ağı ile bu mücadelede büyük başarı sağladı. Batılıların Ermeniler için istediği haklara, Filistin’de ise Yahudilerin toprak emellerine set çekti. Dünya Müslümanlarının ümidi ve sığınağı oldu. Fakat o okullardaki gençlerin kaybına mâni olamadı!.. Açmış olduğu okullarda sinsice yerli misyonerler faaliyet gösteriyorlardı...

Devlet okullar açıyor, fakat o okullara giden gençlere eğitimi ne hazindir ki onlar veriyordu. Genç beyinleri dinine ve tarihine karşı yabancılaştırıyor, başındaki idarecilerine ise hasım hâle getiriyordu. 

Nitekim bu devrede önce Tıbbiye ve Mülkiyelilerin tarlası sürülmeye başlanmıştı. Sonra sürülme ameliyesi diğer mekteplere sıçradı. Üçüncü Ordu mensupları da bu sürülme işleminden nasibini aldı.

Sürülenler hangi meşrep ve mezhepten olursa olsun tek bir noktada birleşiyordu. O ortak nokta; II. Abdülhamid Han düşmanlığı idi... Tarlaları sürenler bunların ağızlarına ve kalplerine parlak kelimeler ihtiva eden mühürleri de vuruyorlardı.

Abdülhamid Han’ın adını dahi anmıyorlardı. Onun adı müstebit idi, diktatördü ve hatta baykuştu!..

Nitekim Mehmet Akif Ersoy, “Yıldızdaki Baykuş” diye seslenirken Selanik’te nutuk çeken Mahmut Şevket Paşa da “Baykuş’u tahtından indireceğim” diye naralar atıyordu...

Ağızlarındaki efsane kelimeler ise hürriyet, müsavat, meşveret idi.

Sürülmüş tarlanın elemanları olduklarından, milletine, devletine, vatanına ve hakanına düşman edildiklerinden haberleri dahi yoktu. Kaş yapıyoruz derken göz çıkarıyorlardı.

Sonunda İslam’ın ve Osmanlının en büyük düşmanları ile el ele vererek II. Abdülhamid Han’ı devirdiler...

Batılılar artık, bir taraftan tarlaları daha kolay bir biçimde sürmeye devam edecek bir taraftan da elemanlarını kahraman olarak pazarlayacaktı.

Abdülhamid Han’ı tahtından alaşağı ederek koskoca cihan imparatorluğumuzu tarihe gömen, 550 yıllık Türk vatanlarını tek kurşun atmadan düşmana peşkeş çeken Enver, Talat ve Cemal Paşaların hâlâ kahraman diye anılması, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir husustur...

Yine II. Abdülhamid Han’a "baykuş, domuz ve şeytandan daha melun" diye seslenen Akif’in günümüzde kayıtsız şartsız kabul görmesi, hatalarının halı altına süpürülmesi yeni tarlaların rahatlıkla sürülmesine zemin hazırlamaktan başka bir şey değildir...

 

 

Hüseyin Çelik’ten Meral Akşener’e

 

II. Abdülhamid Han’ın idareden çekilmesiyle birlikte neredeyse bütün tarlalar hep yabancıların eline geçmişti.

Artık ABD’nin “bizim çocuklar” dediği adamlar siyasette, askeriyede, üniversitede, yargıda, iş dünyasında, sendikalarda hemen her yerde idiler.

Sürülme devam etmeli ki uyanma olmasın.

Nitekim sürülmenin sistemli bir tarzda devam ettiğini iki müşahhas örnekle anlayabilirsiniz. 

50 sene sonra Deniz Gezmiş bazı televizyon kanallarında özgürlük kahramanı diye anıldı. Şarkılarla bir kez daha parlatıldı. Dikkat ediniz yine özgürlük ve hürriyet mavalları dillere pelesenk yapıldı.

Ülkeyi komünizmin pençesine düşürmek isteyenler, adam kaçırıp şiddet uygulayanlar, banka soyanlar, eğitimi engelleyenler gençliğe "idol" gibi sunuldu.

Şimdi siz hâlâ sadece Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarlasının sürüldüğünü mü düşünüyorsunuz?.. 

Demek ki bazı TV kanalları da sürme işinde başrol oyuncusu gibi hareket hâlindeler. Kendilerinin sürülme işlemi tamamlanmış şimdi ise perde gerisindeki sahipleri adına genç beyinlerimizi mankurt etme işlemine girişmişler.

Son yirmi yılda bu faaliyetin ana aktörlerinden biri de Hüseyin Çelik’tir. 

O, Abdullah Gül’ün Başbakan olduğu 58. Cumhuriyet Hükûmeti’nde Kültür Bakanlığı yaptı. Recep Tayyip Erdoğan Bey’in Başbakan olduğu 59 ve 60. Cumhuriyet Hükûmetlerinde Millî Eğitim Bakanı olarak görev aldı.

Böylece 2002-2009 tarihleri arasında 6,5 yıla yakın Bakanlık mevkiinde bulundu.

Şu anda görevi ve vazifesi ne diye sorarsanız; Abdülhamid Han’ın müstebit, devrinin de istibdat dönemi olduğunu sık sık gündeme taşımaktır!.. Geçtiğimiz günlerde yine bir TV kanalında aynı herzeleri konuşup durmaktaydı.

Arada bir de aba altından sopa gösterir misali, “Ahmet’in Mehmet’in sözü ile konuşmuyorum belgelerle konuşuyorum” diyerek aklı sıra tezini kuvvetlendiriyordu.

Elbette karşısında "kim şu Ahmet, Mehmet?" diyen yoktu! "Hangi belgelerde müstebit ve istibdat yazıyor beyefendi?" diye soran da yoktu. Belgelerden diyerek verdiği bilgiler muhtemelen Yahudi Emanuel Karasu, Ermeni Aram Efendi veya İngiliz Başbakanı Gladstone’un sözleri idi! Zira merhum padişah ile ilgili olarak aynı dili kullanmakta idiler.

Öte yandan Hüseyin Çelik, Kültür ve Millî Eğitim bakanlıklarında millîlik adına hangi hizmetleri yaptı acaba?

Şunu da unutmayalım. Bu ülkenin son kırk yılında tarlalar hep FETÖ adına sürüldü. Hüseyin Çelik bunu görebildi mi? Onların dinimiz ve tarihimiz adına gerçekleştirdikleri meşum projelerden haberdar olabildi mi? Yoksa kültürde ve Millî Eğitimde onlara yeni yeni faaliyet alanları mı açtı?

Şimdi sabah akşam Abdülhamid Han’a müstebit devrine ise istibdat diyerek kimlere şirin görünmeye çalışıyor?

Nihayet Meral Akşener... Son günlerde ismini dahi ağzına almadan Sultan Abdülhamid Han dönemini istibdat diye niteleyip kahrolsun diye haykırırken onu darbe ile devirenlerin sloganlarını alkışlayıp yaşasın diyerek övgüler düzdü. Tarlaları çoktan sürülenler de kendisini çılgınca alkışladılar!..

Buna rağmen siz hâlâ sadece Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarlasının sürüldüğünü mü düşünüyorsunuz?

Şayet öyle ise o tarlalarda çoktan eğitilmişsiniz demektir.

Öyle ise; Ey millet uyan artık!

 

 

TEFEKKÜR

 

Felek bâlâ tutar bî-magzı erbâb-ı ma’âriften

Habâb üstündedir deryânın ammâ gevher altında

                                                                          Belîğ

(Felek üstün tutar beyinsizleri bilgili kişilerden,

Kabarcık üstündedir denizin amma inci altında.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.