Sizde pilavı nasıl yerler?

A -
A +

Kanuni’nin Viyana kuşatmasının üzerinden tam yüz elli dört sene geçmişti. Büyük Osmanlı gücü Batı Avrupa’nın bu en büyük geçit kapısı önüne bir kez daha gelmiş bulunuyordu. Avrupa devletleri korku içinde neticeyi beklemeye başlamışlardı. Papa dört bir yana müracaatla herkesi Viyana’nın savunmasına davet ediyordu...

Viyana son derece müstahkem surlarla çevrili bulunuyordu. Tuna Nehri’nin sağında ve Tuna’dan ayrılan kanalın ise hemen kenarında yer almaktaydı.

Kara Mustafa Paşa güçlü ordusuyla 14 Temmuz 1683’te Viyana önlerine varıp kaleyi kuşattı. Düşmanın kaleye yardıma gelebileceği yol üzerine Kırım Hanı Murad Giray’ı gönderip, Viyana’ya gelebilecek yardımları önlemekle, Eğri Beylerbeyi Abaza Hüseyin Paşa’yı ise, altı bin askere serasker yapıp Tököli İmre ile birleşerek Kuzey Macaristan’da faaliyette bulunmakla görevlendirdi.

Orduda ağır toplar yoktu. Zira sefere çıkışta hedef Viyana değildi. Bu hâl ise muhasaranın uzamasında etkili olacaktı.

Viyana’nın çevresindeki palangalar alındı ise de kale dayanıyordu. Bir tarafı kanal olan Viyana batı tarafından sarılmış olan orta kolda Serdar-ı ekrem bulunmaktaydı. Tuna ile kanal arasındaki ada muhasaradan bir müddet sonra Tuna'dan yüzerek geçilmek suretiyle alınmış ve muhasara yalnız kaleye inhisar etmişti...

Muhasara esnasında Ağustos 1683’te Erdel Kralı Apafi Mihal de orduya geldi. Veziriazam tarafından kabul ve ikram olundu. Veziriazam, muhasara münasebetiyle Erdel Kralının da fikrini almak istemişti. Kendisine; “Elhamdülillah işte gelip Beç’i muhasara edip dövüyoruz. Kale duvarlarına el vuruldu. İnşallah birkaç güne kadar fethederiz, ne dersin?” deyince Erdel Kralı; “Pek güzel olmuş; Allah kolay getüre; isabet buyurmuşsunuz" gibi beylik sözleriyle mukabelede bulundu. Veziriazamın ise; "Bu boş lafları bırak asıl kanaatini söyle” demesi üzerine bu defa Apafi Mihal; “Sizde sofraya pilav konsa evvela ortasından mı başlanır, yoksa kenarından mı?” diye sordu. Veziriazam “zahir kenarından" deyince; “Askerinize, mühimmat ve cephanenize diyecek yok. Lâkin Beç sarp bir kaledir. Gelindiği gibi eğlendirilmeyip yürüyüş veya vire ile alınması mümkün olaydı güzel iş idi. İllâ zaman geçtikçe fethi güçleşir ve bu kadar insan ve hayvana dağlar dayanmaz. Haber aldığımıza göre imparator Hıristiyan devletlerden yardım istemiştir. Benim fikrim bu idi ki Yanıkkale’nin zaptına himmet edip kışı orada geçirip düşman topraklarını vursaydınız İmparatoru amana düşü­rürdünüz” dedi. Veziriazam kendi plânına muhalif olan bu fikre de kızarak; “Sen Nemçe’den korkarsın! Var git Yanıkkale altında zevkine bak” diyerek Erdel Kralını geri Yanıkkale tarafına gönderdi...

Bu arada Kuzey Macaristan’da faaliyette bulunan Eğri Beylerbeyi Hüseyin Paşa düşman kuvvetlerinin dört bir yanda zinde beklediklerini ve bu arada Lehistan Kralı Jan Sobieski’nin atlı ve yaya kırk bin kişilik bir kuvvetle Viyana’nın yardımına gelmekte olduğunun haberlerini bildirdi.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Hüseyin Paşa’yı Viyana önüne geri çağırırken Kırım Hanı'ndan on bin kişilik bir kuvveti ona yardımcı göndermesini söylemişti. Ancak Kırım atlıları ganimete boğulduklarından üç yüz kişi ile yanına vardılar.

Seksen bin kişilik Nemçe kuvveti Hüseyin Paşa’nın Viyana’ya doğru geldiğini haber alınca üzerine yürüyüp kendisini sıkış­tırdılar. Bunun üzerine Hüseyin Paşa geri dönmeyerek bir avuç askeriyle muharebeye girişti. Pek şiddetli bir savaştan sonra Kırım kuvvetleri kaçıp kendisi de çeşitli yerlerinden yaralanarak Moravya suyu köprüsüne doğru çekildi. Yıkılmış olan köprüyü geçtiği sırada yaralarından fazla kan akması sebe­biyle nehre düşüp boğuldu. Bu suretle değerli bir vezir yardım edilememesi yüzünden şehit düştü...

Viyana muhasarası iki aya varmak üzereydi. Veziriazam, tamahı yüzünden kalenin hücum ile alınmasını istemi­yordu. Artık askerde bıkkınlık baş gösteriyordu. İmparator ise etraftan yardım toplamak suretiyle Osmanlı erzak kollarını vurduruyordu. Orduda yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Süvarilerin hayvanlarına lâzım olan ot, saman ve yulaf bulabilmek için on beş yirmi saat uzak yer­lere gitmek lâzım geliyordu. İnsan yiyeceği de daralmış ve fiyatlar iyice artmıştı...

 

Büyük ihanet!

 

Bu arada yakalanan esirlerden otuz beş bin Leh kuvvetiyle seksen beş bin Almandan (Avusturya, Saksonya, Bavyera, Frankonya) mürekkep yüz yirmi bin kişilik bir kuvvetin Viyana’ya yaklaştıkları haberi alındı. Bu durum üzerine Yanıkkale altında köprülerin muhafazasına bırakılan Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa’nın, yerine Silistre Valisi Mustafa Paşa’yı bırakarak birlikleriyle acele orduya gelmesi bildirildi. Sekiz bin kişilik maiyeti ile gelen İbrahim Paşa ordu yakınına kondu (8 Eylül).

Hüseyin Paşa’nın şahadetinden sonra Merzifonlu, işin ciddiyetini kavramıştı. Viyana’nın teslim olma teklifini beklemeden 26 Ağustos’ta kuvvetli bir hücum yaptı. Bazı tabyaları düşürdü. Müdafaa kuvvetlerine ağır zayiat verdirdi. Şehirdeki dizanteri hastalığı da mühim telefata neden olmuştu. Kalede zahire oldukça azalmıştı. Kale kumandanı acele yetiştirilmesini yoksa kısa sürede şehrin düşeceğini bildiriyordu.

Öte yandan düşman birlikleri tehlikeli bir biçimde Viyana’ya yaklaşıyordu. Elde edilen tutsaklardan imparatorla Lehistan Kralının ağırlıklarını, İskender (Hörelen) köprüsünden Tuna’nın sağ sahiline yani Osmanlı ordusunun bulunduğu tarafa geçireceği haberi alındığında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, buna mâni olmak için Kırım Hanı'nı görevlendirdi. Lakin kalabalık düşman birlikleri Tuna’yı geçerken Murad Giray mâni olmak bir tarafa yüksek bir yerde elini böğrüne koymuş olduğu hâlde at üzerinde düşmanın geçişini seyretmekle iktifa ediyordu. Bu hâl üzerine kendi imamı yanına vararak; “Han’ım, şu bölük bölük geçen kâfirleri kırdırsanız gerisi kesilmez miydi?” demesi üzerine Han; “Behey efendi sen bu Osmanlının bize ettiği çevri bilmezsin! Bizi bir hâle kodular ki yanlarında Eflâk ve Boğdan keferesi kadar rağbetimiz kal­madı. Bu düşmanın defi, yanımda işten değildi ve bilürüm ki dînimize de düşmez ihanettir! Lâkin gayret beni komadı, anlar da görsünler kendilerini; kaç akçelik adam imiş, Tatar kadrin bilsinler" diyerek atını depip kuvvetlerini alarak ordugâha döndü...

Vaziyet nazikti. Sadrazam derhâl kurmaylarını topladı. Yapılan görüşmede Serdar-ı ekremin arzusuna uygun olarak verilen karara göre düşman geldiği zaman paşalar maiyetleriyle karşı gidip harp edecekler. Fakat siperlerde Viyana’yı muhasara eden askerler yerlerinden ayrılmayacaklardı.

Ancak ele geçen esirlerden düş­manın ertesi günü orduyu basacağı haber alındığından bütün askerin hazırlanması emrolundu.

Müttefik kuvvetleri Kalenburg eteğindeki manastır etrafına gelince Viyana’da muhasarada olanlar sevinç şenlikleri yaptılar. 12 Eylül Pazar günü dağ gerisinden yürüyen düşmanla öncü kumandanı Kara Mehmed Paşa kuvvetleri arasındaki muharebe duyulunca veziriazam maiyeti ve kapıkulu halkıyla ileri vardı. Osmanlı ordusunun sağında Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa, merkezde veziriazam ve sol kolda da Kırım Hanı ile Sarı Hüseyin Paşa bulu­nuyorlardı. Osmanlı ordusunun gerisine inmek isteyen düşmanın plânı bir orduyu ortaya almak idiyse de bunda muvaffak olamadı...

 

Sadrazamın son çabaları!

 

Düşmanın top, gülle, kurşun gibi harp levazımı bol olduğundan Osmanlı birlikleri üzerine mütemadiyen yağdırıyordu. Sağ kolda bulunan Budin beylerbeyi İbrahim Paşa kolu bozulduğundan düşman ordunun içine yol buldu. Sol kolda bulunan Vezir Sarı Hüseyin Paşa uzun süre dayandı. Ancak aynı hatta bulunan Kırım Hanı'nın yardımını görmediğinden o da sar­sıldı. Böylece iki cenahı açılmış olan Serdar-ı ekrem kolunda panik baş­ladı.

Artık Leh Kralı, doğrudan doğruya Osmanlı merkezine Sancak-ı şerif üzerine yürüdü. Serdar-ı ekrem yerinden kımıldamayıp beş, altı saat kahramanca mücadele etti. Nihayet tüm cenahların çökmesi ister iste­mez onu çekilmeye mecbur etti. Artık ortalık bir ana baba gününe dönmüş her­kes can kaygısına düşmüştü. Harp ede ede otağına kadar gelen Kara Mustafa Paşa burada hâlâ metriste bulunan otuz bin askerin siperlerden çıkmalarını emretti. Düşman ordugâhın çadırlarına kadar girmişti.

Sadrazam şaşkındı! Tam “aldım seni Viyana” dediği anda kalenin avucunun içinden kayıp gittiğini görmüştü. O anda nelere yandı kim bilir?

Zamanın ne kadar önemli olduğuna mı?.. Kalp kazanmanın ne kadar mühim olduğuna mı?.. Düşmanı asla hafife almamak gerektiğine mi?..

Olmaz denilen oluyordu. Osmanlıların en güçlü bir şekilde Viyana üzerine vardığı ordusu darmadağın olmuştu. Kıyamet denilen sanki bugündü.

Veziriazam tamah ve inadının böyle netice verdiğini görünce, elem ve keder içinde “Bugünleri görmektense, ölmek iyidir” diyerek kendisini düşman üzerine atıp maiyetiyle beraber tekrar çarpışmaya girişti. Vakit akşama yaklaşmıştı. Sonunda amca Hasan Ağa (Köprülü Mehmed Paşa'nin kardeşi) Serdar-ı ekreme gelerek; “Ne olur gidelim! Bundan gerü Sancak-ı şerifi ve asakir-i islâmı selâmete çı­karmaya sây eyle! Artık iş işten geçti iyazenbillâh Sancak-ı şerifi küffara aldırırsın da kıyamete değin siper-i lanet oluruz" diyerek yalvardı. Sipahiler Ağası Osman Ağa da Serdar-ı ekremi ikaz ederek; “Efendim, lütuf ve kerem et! İş işten geçti. Senin vücûdun askerin ruhudur. Feda olmakla asker felâkete uğrar; buyurun gidelim” dedi...

Neticede Sadrazam, Sancak-ı şerifi alıp otağın arka kapısından çı­karak Yanıkkale tarafına doğru çekildi.

Veziriazamın bütün eşyası, hazinesi çadırında kaldığı gibi üç yüz top, on beş bin çadır, hesapsız harp levazımı, ordu hazinesi, hülâsa ordunun bütün eşyası düşmana terk edilmiş bulunuyordu...

 

 

TEFEKKÜR

 

Şehâ serîr-i cihânın gedâların gördük

Gedâya gıbta eden pâdişâhların gördük

                                                         Reşid

(Ey şah, dünya tahtının dilencilerini de,

Dilencilere imrenen padişahlarını da gördük.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.