"Cenab-ı Allah seni hep iyilerle karşılaştırsın..."

A -
A +
Gözleri yaşlı, hasta yatağında oğlunun arkadaşına bunları niçin anlatmıştı Arife teyze?   Annesi son cümleleri söylerken feri sönmüş gözlerinden iki damla inci misali yaş yuvarlanıp yanaklarında donuvermiş. Arife teyze, duydukları karşısında şoke olmuş. Maşallah anacığı da hiçbir şeyi unutmamış ki, acı hakikatlerin hepsini önüne döküvermiş. Biraz kendini toparlayan kızı: “Bana bunları niçin şimdi söylüyorsun? Niçin daha önce demedin anne?” demiş, demiş ama hiç faydası yokmuş.  Hasretle kızına bakmış yaşlı nine; sanki tarih öncesi devirlere gitmiş gibiymiş. Neden sonra kendini toparlamış şunları sıralamış kızının yüzüne karşı son olarak;  “Ah! Nasıl söylerdim ki? Siz beni evinizin bir köşesine sığdıramamış, burayı layık görmüştünüz. Seni ve torunlarımı rahatsız etmek istemedim kızım. Benim için artık çok geç de ben asıl senin için üzülüyorum! Çünkü yaşlandığında çocukların da seni buraya bırakırlarsa benim dayandıklarıma dayanamazsın! Seni, biz nazlı büyüttük ciğerparem! Kılına bir halel gelmesini istemem, çünkü zor bulup büyüttüğüm canımdan da öte canımsın! Bu dünya böyle! Unutma ki ne verirsen onu alırsın!” deyip bir kelebek hassasiyetiyle gözlerini kapamış. Belli ki bu konuşma onun son kalan kuvvetini de tüketmiş. Bir müddet sonra sıkı sıkı tuttuğu biricik kızının elinden kayıp bir kurumuş dal gibi yanına düşmüş kolları… Gözleri yaşlı, hasta yatağında oğlunun arkadaşına bunları niçin anlatmıştı Arife teyze? Annelerin kadir kıymeti bilinsin diyeydi belki de…  Gözlerindeki yaşı silen Arife teyze Ali’ye dönüp: - Oğlum, iyi bir çocuğa benziyorsun. Ben niçin anlattım biliyor musun? Anacığımı kendi ellerimle yalnızlığa terk ettim, benim evlatlarım da beni böyle yalnız bıraktılar. Daha beni neler bekliyor bilmiyorum? Siz analarınızın kadir kıymetini bilin. - Teyze üzülme ya! Ben de fena oldum. Sen yalnız değilsin. Anneme söylerim her gün sana uğrar. - Rahmet gibi yetiştin oğlum. Ne diyeyim bilmem ki? - Duâ et kâfi. - Cenab-ı Allah seni hep iyilerle karşılaştırsın. - Âmin. Cümlemizi de teyze…  Ali; müsaade isteyerek evden ayrılırken Yılmaz’ın ailesi hakkında öğrenebileceği her şeyi bizzat kendi kulaklarıyla dinlemiş, dertlerine yeni bir dert daha ilave etmişti bugün. “Keşke gelmeseydim! Çaresiz bir ihtiyarın içi acıyarak hayata veda etmesini dinlemeseydim ve bir annenin de acılar içinde hâlâ kıvradığını görmeseydim!” dedi, gözleri yaşlarla dolu dışarı çıktı. Yılmaz hâlâ ortalıkta yoktu. Bu hasta kadın ne yapar, ne ederdi? Anacığını alıp gelecek, belki yardım etme yollarını arayacaktı, ama nasıl?.. Akşamüstleri güneş batarken İstanbul ne kadar güzelleşirdi, oysa bugün hiç de öyle olmadı Ali için! Kan kırmızı yuvarlak bir nar küre dağların üstüne doğru yavaş yavaş inmeye başlarken; yek­pare, geniş ve zirvesi görünmeyen bir volkandan; kızgın lav ve kül parçası hâlinde, ufuktan misli görülmemiş bir ateş ve ışık yağmuru boşanıyor ve bütün şehrin caddelerini, tarihî eserlerini, yeşilliklerini alev içinde bırakıyordu. Oysa yanan Ali'nin ta kendisiydi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.